Bazı insanlar vardır, beyniyle ağzı arasındaki mesafe çok kısadır, hatta o kadar kısadır ki beynini ağzında taşıyor sanırız...işte bu insanlar beyinleri ağızlarında olduğundan aklına düşen düşünce kırıntılarını pek de olgunlaştırmadan hemencecik kelimelere dönüştürüp ağızlarından çıkarıverirler. Bu insanlar düşüncesiz değillerdir, sadece akıllarına geleni daha sonra iyicene düşündüklerinde fikirlerinin, olayların boyutlarının değişebileceğinin farkında olmadan söyleyivermekte, söylediği şey üzerine ise günler sonra ancak düşünebilmektedirler. Mesela iş yerinde patronuyla kavga edince "istifa edeceğim" diye her yere ilan asar, günler sonra düşününce görür ki para lazımdır, kimse zengin değildir, çalışmalıdır. Halk arasında boşboğaz da denir bu tip insanlara sanırım. Bana göre doğru bir tabir değil, zira ağız boş değil beynin bir kısmı orada. Ha, bir de bazı durumlarda patavatsız da denir. Böyle bir insan arkadaşının yeni kestirdiği saç modelini beğenmediğini çat diye söyleyebilir, ya da olmadık ortamlarda olmadık esprileri patlatabilir. Ama konumuz bu değil, konumuz ağzının bir kısmı beyninde olan bu insanların patır patır konuşup, çatır çatır davranmasından kelli oluşan rezalet ve pişmanlık anları, sonrasında isteyerek ve/ya istemeyerek, hatta çoğu zaman farkında olmayarak da olsa tükürdüğünü yalamaları. Evet, yine kendimden bahsedeceğim. Çünkü, ben çok güzel tükürdüğümü yalarım.
Laf ağzımdan çok kolay çıkar benim... Kavgada, barışta, aşkta, arkadaşlıkta ağzımın ayarı yoktur. İçim dışım birdir çoğu zaman birazı ondan ama tamamen bunun ardına saklanmam biraz fazla bir pozitif yaklaşım olur. Düşünmeden konuşuyorum evet, o an ne hissediyorsam engel olamıyorum kelimeler ağzımdan paatır paatır dökülüyor. O anda aklıma gelenin veya o zaman diliminde düşündüklerimin fena halde fanatik taraftarı oluyor ve adeta coşkulu bir tezahürat halinde alakalı alakasız herkese haykırıyorum ağzımdakileri. Bir tut içinde değil mi, belki birkaç ay sonra bu düşündüklerinin aksini yapacak ve/ya düşüneceksin. Değil mi? Yok... değil.
Lisedeyken "evlenmek miiii ıııyyyy, ben evlenmeyeceğim" diye millete göğsümü gere gere nutuk atardım. Ne oldu sonra, tükürdüklerimi yalayıp evlendim...
"Avukat olacağım ben" diye naralar atardım, sanırsın yedi sülaleden avukatız o derece. Ne oldu sonra, daha üniversite sınavına girmeden etim butum yemedi, fazla çalışmak fazla geldi, tükürdüklerimi yaladım bölüm değiştirdim. Hoş, iyi ki de avukat olmamışım tabii de, neyse.
Yıllarca "ben küçük şehirde hayatta yaşamam, iğrenç ıyyy" dedim. Ne oldu sonra, buraya geldim tadından yenmez bir hayatım oldu, kısaca tükürdüklerimi bir daha ve bir daha yaladım.
Çarçabuk kavgalar çıkarıp, her kavgamda döndüm özür diledim....
Şimdiki kocam olan geçmiş zamanki sevgilime bin beş yüz kere "ayrılacağım senden" dedim, bütün arkadaşlarıma "ayrılacağım bundan" dedim. Sonra ne oldu, bir baktılar can ciğer kuzu arması oluvermişim. Kısa süreli ayrılıklarımızda, cümle aleme "ohh kurtuldum bomba gibiyim, hayatta bir daha işim olmaz" naraları atıp kapıma dayanınca yine ve yine tükürdüklerimi yalayıp böğüre böğüre ağlayaraktan boynuna atladım. Sonra utanmadım, evlendim. Sonra, başladım her kavgada "boşanacağım ben bundan" diye cümle alemi ayağa kaldırdım. Ne oldu...yalancı çobana döndüm ne olacak, zırt pırt kavga eden ergen çocuklar muamelesi gördük.
Çocuk mocuk istemem ben diye takriben ortaokuldan beri söylenmekteyim, tabii ki ne oldu biliyorsun günlük.
İkinci çocuk için ne naralar attım biliyorsun... sana attığım naranın bin türlüsünü herkese kanlı canlı attım. Ne oldu sonra... tükürdüğümü yaladım ya, hamileyim günlük. Deminden beri onu diyecektim.
Neyse, benim beynimin ağzımda olmasına alıştı insanlar. Ben de kendime alışsam diyorum, iyi ederim.
14. haftadayım şimdi hamile ağzıyla. Herkesin anlayacağı dilden söylemek gerekirse 3 ayımı doldurdum. Bilen bilir ilk üç ay tehlikeli biraz.
Nasıl hissettiğime gelirsek, hamilelik bir nevi ruh hastalığı, bir gülersin bir ağlarsın, her şeye kırılırsın öyle panik atak bir dönem işte. Ben de o karnını okşayan duygusal hamile kadın profili hiç olmadı, sanırım bunda da olmayacak. Yani arada bir karnımı sevip "canım bebeğim" falan diyecek oluyorum sonra bana bile çok eğreti geliyor bu hareketlerim. Sürekli uyuyorum ve sürekli uyuduğum içine kendime uyuz oluyorum. Sonraki günlerimi çok fazla düşünmüyorum, düşünürsem eğer bir altı yaş kız çocuğu, bir bir yaş kurt köpeği ve bir bebekle nasıl bir ruh hastasına dönüşebileceğim ihtimalini şimdiden düşünmek istemiyorum. Bunlarla ilgili çok yazacağım daha, uyumaktan kitap da okuyamıyorum, kitap okuyamadığımdan yazmak da hiç gelmiyor içimden zaten gündüz işteyim akşam da uyuyorum öyle bir uyuz yaşantım var bu ara. Uyumaya direndiğim günlerde hep film izledim, sonra ertesi gün işte masaya yatsam uyusam diye baktım baktım baktım. Yazacağım ama neler var neler...ikinci çocuğa hamile olmak ayrı bir ruh hastalığıymış günlük, doğmuş büyütmüş olduğuna bakıp üzülüyorsun mesela "ben bunun sevgisini başkasına nasıl paylaştıracağım" diye hayıflanıyorsun, sanki onun sevgisi alacaksın öbürüne vereceksin de ilki sevgisiz kalacak. Değişik bir ruh hastası durum işte. Geçen anneme şunu sordum da kadın şoktan şoka girdi "anne" dedim, "sen hem kardeşimi hem beni nasıl sevdin aynı anda?" Neyse, hepsinin derinlerine ineceğiz bakalım, herşey yolunda giderse.
Bu arada 37. yaşımı da doldurdum. Doğum günüm kutlu olsun. O da öyle arada kaynadı gitti. 31 Mart. Hem Mart hem 31 diye dalga geçerim ben doğum tarihimle ama severim de kendisini o ayrı. Kuzu girdiği yaşı söylüyor, ben bitirdiğim yaşı. 37 yaşında ikinciyi doğuracağım, Duman'ı da sayınca üç çocuğum olacak, onu ben doğurmadım ama olsun. Öyle işte... devamı sonra.
Bu arada gugıla "... yalamak" yazıp gelenlere de saygılarımı sunarım...