Bazı kitapları bir çırpıda okuyup sonra da bir çırpıda unuttuğumu itiraf etmek istiyorum. Bir çırpıda okunmak kitapların güzelliği ile ilgili fakat bir çırpıda unutulmak tamamen benim aklımın arada bir beş karış havada olmasıyla ilgili. Bu kitabın başına da aynı şey geldi, bir gecede okundu, okunduğu geceden bugüne kadar da maalesef unutuldu, bunda okuduktan hemen sonra yazamayışımın da suçu var tabii. Okuduktan haftalar sonra yazınca insan unutabilir di mi, fil miyim ben hepsini aklımda tutayım... Bir itirafım daha var, Barış Behramoğlu'nu erkek sanarak okudum ben, sonra kitapla ilgili bakınırken bir gördüm ki bayanmış kendisi. Bu nedenle biraz hayal kırıklığı yaşadım çünkü kadın karakterleri başarıyla inceleyen bir erkek yazarla daha tanıştığıma memnun olmuş, arada olmadığını düşündüğüm kısımları ise erkek olmasına bağlayıp affetmiştim. Olsun, yine de çok başarılı, yine de çok güzel bir kitap, roman değil, tek öykülük bir kitap diyelim. Sıkıntılı, takıntılı, aşk dolu, tutku dolu, hınç dolu, hayal dolu gençler var bu kitapta, bazı satırlarda sevilen bazılarında ise nefret edilen. Su baş karakterimiz, herşey onun etrafında dönüyor. Deniz, Bay Pi, Güneş ve Ada. Her birim bölümde Su anlatılıyor bu kişilerin ağzından, anlıyoruz ki her zaman sonlara takmış olan ve hayatı kendi anladığı şekilde yaşamak isteyen Su kendini öldürmüş. En son bölümde ise Su'nun günlüğüne yazdığı satırları okuyoruz ve herşey daha bir netlik kazanıyor. Okurken Su'ya gıcık olduğumu da anımsıyorum aslında, ama bazı insanların yapısı böyle oluyor sanırım sürekli bir melankoli içinde. Neyse, çok güzel yazılmış bir öykü (roman diyorlar ama bende öykü etkisi yaptı), diliyle, örgüsüyle çok güzel yazılmış. Yazarın eline sağlık.
...Erkekler mizaçları gereği yitirdikleri şeyleri aramadan, geri isterler. Şeytan aldı götürdü oyunu tutmayınca da hızla yerinize bir diğerini koyarlar ve sizi zamana karşı hızla koşmakla suçlarlar... s.18
..."Kadınların çoğu" dedi Su, "ağızlarında bir lolipop çevirir gibi, bir o yana bir yana kurcalayıp dururlar bazı şeyleri. Asla gerçekleşmeyecek bir masal yargısı ve çoğunlukla suçlamasını, 'Hayır geçkelşeyebilir ve ben bunu istiyorum' derler, kısık sesle. Çoğu bunu istemekle kalır ve anne olma adıyla onurlandırılırken kendi arzularının üzerinde tepinerek, az ile yetinmeye koşullandırılırlar. Ve yargıları şu olur: 'Canım, daha iyisini bulamazdım.' Bu sınıftakiler hiç masal okumayanlardır ya da okumuşlardır ama yarım yamalak. Kimbilir belki de birileri kapatmıştır gözlerini...s.20.
...Bir dilek dilendiğinde bir diğer arzunun gerçekleşmeyeceği neden hiçbir kitapta yazmıyor? Herşey için bir bedel ödenmesi gerektiği? Her umudun beraberinde bir hayal kırıklığı sürüklediği?
Karşılaştırmalar yapmaksızın ilerleyemez insan. Kendi hayatlarımızı hep başkalarınınkiyle, başkalarınınkini ise kendi yaşam sürecimizl kıyaslayıp dururuz hepimiz. Geçmişteki hatalarımızı tekrarlamak için, özür dilemeyi, bağışlamayı çoğu zaman da görmemeyi, duymamayı hatta konuşmamayı seçeriz. Sonra gün gelir dururuz, olduğumuz yerde. Hata olarak görülenlerin aslında kendi doğrularımız olduğunu anlayıveririz... Zamanımızı tüketmiş gibi görünürüz, oysa tükenen sadece bizizdir...Çünkü hep aynı şeylerden söz ederken yakalarız kendimizi. Ailemizden, çocukluğumuzdan, hayallerimizden...Zamanla yaşadıklarımızın hangisinin, gerçekten de "gerçek" olan olduğunu unuturuz. Düşlerle uyanıklığın arasındaki ince sınırda, en fazla mutlu olduğumuz anlaın hesabını tutarız. Ve düşlerimiz her zaman kazanır. Böylece, kendimizi hiç bitmeyecek bir uykunun kollarına usulca bırakırız...s.52
Yitik Ülke Yayınları, 1. Baskı Kasım 2006, 62 sayfa
2 yorum:
Son zamanlardaki okuma ve de bunu blog aaktarma temponuz ve başarınız beni hayli etkilemekte.
teşekkür ederim didemcim :)
Yorum Gönder