Çok ama çok sevdim bu romanı, her bir karakteriyle. Yaşanan tüm olaylar, karakterler ve mekanlar o kadar gerçek ki bir roman okuyormuş gibi değil de ana karakter çocukluk arkadaşımmış da yıllar sonra oturmuş dertleşiyormuşuz sandım; çocukluk arkadaşım çünkü romanda süregelen zaman dilimlerinde hep aynı yaştayız, dertleşiyoruz çünkü biz yaşadığı kötü olaylardan ders almak yerine onları yaşatanlara hadlerini bildirmek için kendini sabote eden ayrıkotu insanlarız, onu anlıyorum çünkü şimdi bir de anne olmuşum, onun kadar iddialı olmasa da benzer düşüşler yaşamışım. Bu yüzden bu romanda anlatılan sarsıcı olaylar, insanın ruhunda açılan yaralar, modern zamanın ikiyüzlü, kapitalist ve yalancı insanları beni sarsmadı da çok ama çok hüzünlendirdi. Roman boyunca adı geçmeyen arkadaşım ise yazarın diğer romanı “Kapak Kızı”nın kahramanı olan Şebnem miş. “Kapak Kızı”nı okumadım henüz, ama bloglardaki yorumlardan okuduğum kadarıyla bir devam romanı niteliğinde değilmiş “Yeşil Peri Gecesi”, okumadığım için anlamadığım bir nokta olmadı bu romanda, bağımsız olarak da okunabiliyor.
Bu romanla nette kitap yorumlarını okurken karşılaştım, yeni çıkmıştı, hemen aldım. Alır almaz tabii ki de arka kapağı okudum ve biraz hayal kırıklığına uğradım.
“Güzelliğini zehirli bir sermaye olarak kullanan genç bir kadının hayattan öç almak için soyunmasıyla başlayan bir düşüş hikâyesidir Yeşil Peri Gecesi. Modern toplumun ikiyüzlülüğüne, geleneklerin, alışkanlıkların zorbalığına direnen, “farkına varmış” ve bu nedenle acı çeken bir kadının, annesiyle hesaplaşamayan bir kız çocuğunun, okuyanı rahatsız eden ve belki de bu nedenle elinizden bırakamayacağınız öyküsü. Cumhuriyet elitlerinin düşkün kuşakları ile orta sınıfın can çekişen tutunamayanlarının karşılaştığı trajik bir karnavala dönüşen kapak kızının romanı, toplumun ve bireyin ruh haritasını en ince ayrıntısına kadar resmeden Ayfer Tunç’un güçlü anlatımıyla Türkiye’nin çürüyen yüzüne de ayna tutmaktadır.”
Romanı okuduktan sonra ise, arka kapak yazısının romanı okumayan veya okuyup da anlamayan birinin yazmış olduğunu düşündüm. Şebnem i “Güzelliğini zehirli bir sermaye olarak kullanan genç bir kadın” olarak tanımlamak ne kadar alakasız ve bir o kadar da haksız. Böyle bir tanımlamayı “Süleyman Bey” tadında biri yapabilir ancak. Ön kapakta ise yeşil gözlü ve çilli, dik dik gözümüzün içine bakan bir kadın portresi var. Benim gözümde canlanan kadın nedense o olmadı. Romanın ismiyle uyumlu olsun diye mi yeşil gözlü bir kadın portresi koymuşlar onu da anlamadım, zira “Yeşil Peri Gecesi” başlığına uygun olsun diye bu kapak yapıldıysa, o da olmamış bence.
Konuya ilişkin hiçbir bilgi vermek istemiyorum, dili zaten süper de, zamanda birdenbire geri dönüşlerin sıklıkla yapılmış olmasına rağmen okumaya ara verilmiş dahi olsa olaylar ve karakterler karışmıyor, o kadar net her şey. Hiç beklemediğim bir anda ve şekilde mutlu ve umutlu bir sonla bitmesi de derinden etkiledi beni. Ebeveyn olmuş kişilerin insan ruhunu rezil de vezir de edebileceklerini açık ve net önümüze koyan, kendi ruhsal mirasının çocuğuna geçmesinden endişe eden fakat bunun tam tersini hayal etmiş kimseleri ve 70 lerde doğmuş, 80 lerde çocuk, 90 larda genç olmuş herkesi de etkileyecek bir roman ayrıca. Okunmalı, okunmalı, okunmalı…..
S.17 “Ben zaten bu yaşa gelene kadar çok fazla adama âşık olmuştum. Hayata hep kendimi birilerine âşık olduğuma inandırmaya çalışarak tahammül etmiştim. Ama hep birilerine âşık olmaya çalışarak sefil olmuştum. (Aslında âşık olduğum herkes tekti, Ali’ydi.)
Ben kendimi aşkın içinde kaybedemezdim. Ben kendimi hayatın içinde kaybederdim. Âşık “gibi” bir şey olurdum, (bir şey işte.. âşığa benzeyen, aslında değil). Ama sefaletim “gibi” değildi, gerçekti.
S.47 "Osman kötü kokunun kaynğını kurutamayınca, yokmuş gibi yaptı. Banyoda kokulu bir mm yakıyor, içerisi tropikal meyve veya lavanta veya hindistancevizi, limon, çikolata, çilek, vanilya kokuyor, böylece kanalizasyon boruları sızdırmıyormuş, hayatımız bok kokmuyormuş, her şey yolundaymış gibi oluyordu."
S.152 "Osman garip bir karışımdı. Onca bencilliğin, riyakarlığın ve ataletin içinde, saf olan bir tarafı vardı. Ya da ben var olduğuna inanmak istiyordum. Çünkü, Osman'ı bağışlamam gerekiyordu. Başka türlü olamazdı. Başka türlü onunla olamazdım. Allahtan kolayca bağışlayabiliyordum. Hep kolayca bağışlamıştım. Bağışlayıp unutmak hesaplaşmaktan çok daha kolaydı. Bağışlıyordun ve bitiyordu. Başını alıp gitmen, hayatını değiştirmen gerekmiyordu. Kaldığın yerden aynen devam ediyordun. Spotless mind oluyordun. Lekesiz zihin. Ne güzeldi. Sonsuz gün ışığı!"
Can Yayınları, 1.Basım Eylül 2010, 463 sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder