Evlendiğimden, çocuk sahibi olduğumdan ve biraz da büyüdüğümden beri kendimi sürekli bir yerlere yetişmeye çalışır ama hiçbir yere ve hiçbir şeye yetişemez, çok şey yapmayı hayal eder ama hiçbir şey yapamaz, vakit bulamaz bulsa da efektif kullanamaz, dikkatini yoğunlaştıramaz, memnun olmaz buluyorum. Derken, bir iş arkadaşım sağlık dergilerinden birinde gördüğü "Ginvit" isimli ginseng özlü bir sürü vitamini de ihtiva eden hapların tam da çalışan annelerin psikopata bağlamış ruh hallerine göre olduğunu söyleyince verdik siparişi birlikte. Gelince vitaminlerimiz ben başladım, ilk gün sabah aç karnıma içip de mide bulantısından feleğim şaşınca, kahvaltı yapıp içeyim dedim olmadı, öğlen yemekten sonra içeyim dedim o da olmadı, haplar ben de mide bulantısı yaptı, yine de ben hepsini itinayla 30 gün boyunca içtim. Bir değişiklik oldu mu, sanırım olmadı ama belki de sürekli kullanmak gerekiyordu ama ben mide bulantısını göze alamadım bu vitamini bıraktım. Ayrıca, şimdi farkediyorum ki acaip de iştahımı açıyormuş bu vitamin. Neyse, sonra, GNC ye gittim, yaşıma ve yaşantıma Coenzyme Q10 hapını (bu arada hap değil de gıda desteği diyorlar) önerdiler, iki kutu alana da indirim yapıyorlarmış, ben de yedim bu espriyi ve 2 kutu aldım tabii. Etkisi konusunda henüz emin değilim ama bu hapın beni her daim genç ve enerjik tutmasını bekliyorum tabii, hehe.Açılan iştahım da kapandı, bu da iştah açmıyor ve hatta sanırım kapatıyor, pek bir iştahsızım bu aralar. Bir de E vitamini alacağım, onu da bir arkadaşımdan duydum. Yanlız bu hap işine girince ipin ucu kaçıyor, daha ne için hap içebilirim diye bakınmaya başlıyorsunuz. Bu merakı çok abartmamak lazım sanırım.
27 Aralık 2009 Pazar
Haplarım ve ben..
9 Aralık 2009 Çarşamba
En büyük asker bizim asker...
"Askere mi gitsem master mı yapsam" diye kara kara düşünürken, "ayağına takılır yap da çıkar aradan", "aman kısa dönemi kaldıracaklarmış git de gel biran önce" gibisinden bin kafadan çıkan tavsiyelerden bunalıp bunalıp dünyayı kendine dar eden kardeşim en nihayetinde geçen Ağustos'da askere gitmeye karar vermiş, o gün bugündür kendini verdiği karardan ötürü bir pişman bir mutlu hissederek, çok çok yatıp tabiri caizse göt büyüterekten, facebook da en çok takılan ve farmville oynayan kişi olaraktan, yaklaşık 10 kilo alaraktan, bol bol yolculuk ederekten zamanını geçirdi. Kah çok sıkıldı kah çok bunaldı, kah çok rahattı keyfine baktı, aynı evde yaşadık aylarca süper oldu, biz ailenin evhamlı kadınları ise sessizce iyi bir yer çıkmasını diledik. Şimdi hepimizde stres tavan yapmış bu gece açıklanacak olan askerlik sonucunu bekliyoruz, kısa mı uzun mu çıkacak, neresi çıkacak falan filan. Azcık rahatlamak için Dexter seyrediyoruz şimdi kardeşimle..insanın kardeşiyle çocukları derler ya, aynen öyleymiş benim ilk çocuğumu annem doğurmuş ve büyütmüş işte,şimdi de askere gönderiyoruz be danayı...
27 Kasım 2009 Cuma
U2..
Bu konsere gitmezsem olmazdı. Tüm gençlik anılarıma haksızlık etmiş olurdum hatta kandırmış gibi hissederdim, bir daha da gelmezler muhtemelen ve hatta belki de gelemezler biraz da ondan, belki biri ölür, hastalanır neyse işte. Şimdi biz - bir iki çok dost kız çocuğuyduk, şimdi bir iki çok dost kadın olduk- U2'nun şarkılarıyla ne kafalar bulduk, kimlerin arkasından bu şarkılarla böyle böğüre böğüre ağladık, ne mutlu zamanlarda sesini açıp böyle anıra bağıra söyledik, hayatımızın kadife sesli ve yakışıklı delühanlusu Bono'yu hep birlikte bekledik, gelince de hemen evlenecez dedik. Herbir notasında deli manyak, çok bi depresif, pek bi şahane, hiç ama hiç unutmayacağım anıların kayıtlı olduğu şarkıları kanlı canlı dinlemek için biletlerimizi aldık; gönül red zone da Bono'yla elele gözgöze şarkı söylemeyi arzu ederdi ama şuanki mali durumumuzun bulunduğu nokta elvermedi, 5. kategoriden aldık biletlerimizi. Artık hiçbir aksiliğin o tarihlerde vuku bulmamasını ümit ediyoruz...
21 Kasım 2009 Cumartesi
New Moon
Dün Twilight'ın ikinci filmi New Moon vizyona girdi, Edward takımı olarak biletlerimizi iki hafta önceden almıştık zaten. 15 lik yeniyetmeler misali suratımızda eblek sırıtmalarımızla oturduk koltuklarımıza, neyse ki saat 22 seansına gittiğimizden 15 lik gençkızların ancak birkaçı duyarlı babaları sayesinde filme gelebilmişlerdi de kendimizi pek de kötü hissetmedik. Filme gelince ben pek sevmedim. 700 sayfalık romanı 120 dakikalık filme sığdırmaya kalkınca olaylar yine ışık hızıyla apar topar ilerlemiş kitabı okumayanın "bu ne yaaa" demesi olası, birinci filme göre çok daha fazla para harcanmış belli kurtadam efektleri falan güzel olmuş, Bella rolünü oynayan kızcağız başlarda umut vaat etse de filmin ikinci yarısında aynı ebleklikle oynamaya devam etmiş kabiliyetsiz, Volturi'ler ise berbattı, o ne çirkin makyaj, o ne vampir karizmasından yoksun acube tipler, biz Volturi'leri karizmadan yıkılan tipler olarak okuduk, bekliyoruz ki Aro'nun vampir karizmasından sarsım sarsım sarsılcaz ama nerdeee, böyle dandik bir mekanda dandik aktörlerle dandik sahneler olmuş onlar aynı sahnelerde Edward olmasa çekilmezdi ya neyse; gelelim Edward'a, tabii ki de süperdi Edward, böyle yakuşuklu böyle karizma, anlatılmaz yaşanır yani. Edward'ın tüm sahnelerinde bön bön sırıttığımızı da utanarak itiraf etmeliyim. Romanın çoğu sahnesini kısa kısa geçtiklerinden Edward'ın birtakım hastası olduğumuz sözleri atlanmış ona bozulduk tabii. Aylardır süregelen "Edward ve Bella'nın ateşli öpüşme sahnesi merakla bekleniyor" haberleri ise fosmuş onu anladık, yani hiç öpüşmemiş olsak hadi onu geçtim hiç öpüşme görmemiş olsak inanacaktık ama sahiden de ne kötü bir öpüşme sahnesiydi o, aylardır görmemişsiniz birbirinizi, özlemden ve aşktan kuduruyorsunuz, o ne sümsük, heyecan ve aşk yoksunu bir öpüşmedir yahu allah cezanızı vermesin. Edward ve Bella'nın beyaz kıyafetler içinde ormanda koştukları 30 saniyelik sahneden ise hiç bahsetmek istemiyorum, zira skandaldı. Aman kötü bir filmdi kısacası, bizde zaten Edward'ı seyretmeye gitmiştik, gözümüz gönlümüz açıldı işte fena mı.
20 Kasım 2009 Cuma
Bu akşam çok güzel bir film seyrettim....
28 Ekim 2009 Çarşamba
Bir doğumgünü partisinin ardından..
Deniz'in 2. yaşgününü geçen Pazar kutladık. "Eve sığmayız napıcaz" sayıklamalarım tabii ki bir ay öncesinden başlamıştı, ama nafile, yine herşey son haftaya kaldı tabii ki. Bir iş arkadaşımın tavsiyesiyle bulduğumuz Pilita Pastaevi'ne biraz da vaktimiz kalmadı diyerekten ve başka da hiçbir yeri araştırmadan ok dedik. Koca bütün o hafta işten hep çok geç çıktı, daha çok misafir baba konumundaydı, ben her zamanki gibi iki ayağım bir pabuca girerekten birşeylerle ilgilenmek durumunda kaldım, bu yüzden evde terör estirme durumları oldu. Deniz her koşulda olduğu gibi doğumgününde de mutluluk saçıyordu, ben bazı davetli arkadaşların geleceğiz diyip o saate kadar gelmemeleri yüzünden gerilmiştim, video kameranın şarj aletini son dakikada bulamamıştım, fotoğraf makinasına geniş açı objektifi takmayı unutmuştum, Kızılay'daki aptal miting yüzünden trafik çok kötüydü vs vs. Sonuç olarak pek hoşlaşmadığım bir organizasyon oldu bu sene kızımın doğumgünü. Sonuç olarak anladım ki parti dışarda yapılınca ev pislenmiyor, pasta börek hazırlığından kimse yorulmuyor fakat bunun yanında ev partileri kesinlikle daha sıcak oluyor, bu durumda seneye taşınmak gerekiyor.
21 Ekim 2009 Çarşamba
Yeni bir iş görüşmesine gidersem ik zırtına sormam gerekenler...
1- Şirketinizde kaç kişi genel müdür veya şirket sahibi aile ile aynı soyadı taşıyor acaba ve kaç kişi birbiriyle bir şekilde akraba, kaba bir tabirle ifade etmek gerekirse kaç kişi torpilli, bunlardan kaçı vasıfsız, ve bu sayıyı toplam çalışan sayısına oranlarsanız yüzde kaç oluyor acaba? Çok mu karışık oldu, tek tek ifade edeyim ben tekrar..........
2- Servis güzergahını bana google earth den gösterir misiniz, teknoloji ilerledi hatta gps imi vereyim bana rotayı bir çizim kaç km dolanacağız bir bakayım, hangi torpilliler evinin önünde iniyor onları da işaretleyiverin de sonradan papaz olmayalım..Yılda kaç kez servis güzergahı değişecek bunu da şimdiden öğreneyim ben. Ve birgün benim gittiğim servis Ankara'nın bir ucundan diğer ucuna gitmeye çalışacak mı, ve ben 2 saatte evde olacak mıyım...
3- İşten ayrılması, doğum iznine gitmesi muhtemel kaç kişi var, ve bunların kaçının işi bana kapak olacak acaba?
4- Nasıl bir hiyerarşi var şirketinizde? Müdürler, uzmanlar, şefler ve diğer çalışanlar birlikte mi yemek yiyor? Müdürler ayrı bir yerde yiyorsa, diğerlerinin yemeklerine mi tükürülüyor acaba, ya da daha mı beteri?
5- Şirketinizde başka bir şirkete gitse bir bok olamayacak kaç kişi çalışıyor acaba? Hani, meraktan şeyettim sadece..
6- Şirketinizde kaç kişi güvenilir ve sözünün eridir?
7- Şirketinizde kaç göt, ot ve suratsız insan çalışıyor acaba?
8- Çalışmayı seven, zengin bir koca bulmayı hayal bile etmemiş bir kadını bezdirme yöntemleriniz nedir?
9- Muhtemel bir ekonomik krizde çalışanlarınıza ne tür psikolojik baskılar uyguluyorsunuz? Yoksa krizi elele vererek pozitif bir yaklaşımla kenetlenerek mi aşmaya çalışıyorsunuz, yoksa bu varsayım bir rüya mı, öyleyse uyandırmayın beni ya...ben öyle sanıp ilanlara bakmaya devam edeyim...
Türlü türlü patronlara, türlü türlü iş arkadaşlarına karşı çok yüksek bir katlanma gücüne sahipken, maaşın huzurla bir olmadığına ve aksine huzurun daha önemli olduğuna inancım sonsuzken, süper derece "self-motivated" bir insan olmama rağmen bugün sabrımın sonuna geldim. Benim yeni bir iş bulmam lazım...
14 Ekim 2009 Çarşamba
Vikingler...

11 Ekim 2009 Pazar
Sosyalleşme Arzusu...
Kış yavaş yavaş kendini göstermeye başladı, hava erken kararıyor artık, daha çok, eve tıkılma modundayız. Yandan yandan gelen güneş ışıklarını ancak haftasonları değerlendirebiliyoruz, ki o da son iki üç haftadır oldukça keyifli geçiyor, akşamlar desen kalorifer yakılıyor artık, gecesiyle gündüzü arasında neredeyse 12-13 derece oynayan bu şehirde hafta içinde durum aynen şöyle oluyor, sabah işe giderken kısa kollu gömleğin üstüne hırka onun üstüne mont giyiyorsunuz, ofise gidince bu halde bile bir süre donuyorsunuz, sonra saat 10 da montu, öğlen 12 de ise hırkanızı çıkarıyorsunuz, saat 14 olduğunda ise sıcak basıyor bunalıyorsunuz, akşamüstü iş çıkışı hırka geri giyiliyor, saat 19 da mont da giyiliyor, saat 22 de kalorifer yakılıyor. Havanın erken kararması ise iyicene bunalıma sokuyor beni. İşten karanlıkta çıkmak daha çok nefret etmemi sağlıyor. Arkadaşların çoğu gece hayatını bıraktı, büyüdü, artık herkes evinde oturuyor, çoğu zaman yanlız çıkmak zorunda kalıyoruz bazen sıkıcı olabiliyor. İnsan yirmili yaşlarını özlüyor..
8 Ekim 2009 Perşembe
Hayatta anlamadığım çok şey varmış...
Zaman, matematik, erkekler, anne, iş arkadaşları, patron, para, hırs ve bizzat kendim.
23 Eylül 2009 Çarşamba
Yaz bitti...
2 aydır yazlıkta keyif çatan kızım Ankara'ya geldi, 2 aydır evde keyif çatan ve çok çok dağıtan anne baba bunun üzerine azıcık kendilerini şaşırdı, bu arada Ankara'ya biranda kış geldi, biranda kaybettiğimiz güneş ışıklarını İzmir'de aramaya gittim... kumru, kumpir, midye, kokoreç yemenin yanında biranın dibine vurdum, vapura bindim, Ikea'ya gittim, güneş depoladım, gezdim gezdim tadını çıkardım, sıkılan canı motive etmeye çalıştım ve Ankara'ya döndüm yine. Tekrar ve tekrar söylemek lazım gelirse ben sıcak iklimlerin kadınıymışım aslında, bir daha ve bir daha anladım...
17 Eylül 2009 Perşembe
Sıkıntı....
Sıkılma hali kronik bir hal aldı son zamanlarda...ve bununla ilgili bir planım yok işin kötüsü...insanların ne yapabileceğini gözlerine bakıp anlama yetisine sahipken , dile getirdiklerinin doğru olmadığını anlayamamak ne tür bir yanılgıdır...yanılgıya düştüğünü geç farketmek nasıl bir kayıptır ya da zararın neresinden dönsen kar mıdır..
15 Eylül 2009 Salı
Çocuğunuza Sınır Koyma - Robert J. Mackenzie

1. Sınırlar Neden Önemlidir?
2. Anababalar Kurallarını Nasıl Öğretirler?
3. Çocuklar Sizin Kurallarınızı Nasıl Öğrenirler?
4. Aile Dansları
5. Sınırlarınız Kesin mi, Yoksa Gevşek mi?
6. Dans Pistinden İnmek
7. Yüreklendirme: İşbirliğinin Dili
8. Problem Çözme Becerilerini Öğretme
9. Kurallarınızı Sonuçlarla Destekleme
10.Ergenlik Çağındakiler İçin Sınır Koyma
11.Hiperaktif ve Dikkat Bozukluğu Olan Çocuklara Yardımcı Olmak
12.Evişleri Konusunu Nasıl Halledebiliriz?
13.Ev Ödevleri ile İlgili Danslar
14.Değişikliğe Hazırlanmak
HYB Yayıncılık, 1.Basım 2004, 340 Sayfa
Mahrem - Elif Şafak

- jaluzi: İçeriyi dışarının gözlerinden kıskanan perde.. (s.151)
- Var oldukları halde var olmayn, seyirlik oldukları halde ortalıkta görünmeyen insanlar vardı bu şehirde; cüceler, sakatlar, şişkolar...göze tuhaf görünen bütün insanlar...Dışarının gözlerinden sakınan, evlerinin mahremiyetine sığınan, varlıkları mahrem olan insanlar..Ben de onlardan biriydim. Dışarıda bir türlü rahat edemedikçe, günbegün kendi içime kapanmış; kendi içime kapandıkça, dışarıda bir türlü rahat edemez olmuştum. Ben bu tecrit edilmişliği tercih etmiştim; ama bu tecrit edilmişliğin ne kadarını tercih etmiştim bilinmez. (s.203)
-televizyon: Evimizde sürekli seyrettiğimiz televizyonun bir an için de olsa bizi evimizde seyredebileceği düşüncesi tedirgin edicidir.
-Aşk bir korsedir. Niye bu kadar kıymetli olduğunu anlayabilmek için haddinden fazla şişman olmak gerekir. Senebesene katman katman çoğalmış, vıcık vıcık yayılmış, pelte pelte yığılmış yağları sarıp sarmalar, hizaya sokar. Ve sonra da geçip karşısına kendi eserinin, seyrine bakar kudretinin. Aşk bir hayal taciridir. Kıyıda köşede kartlaşmış hayalleri çekip çıkartır, yıkayıp paklar, allayıp pullar ve terütaze sıfatıyla sahibine kakalar. Aşk insanı güzellştirir. Görüntülerle oynar pervasızca; yani sıfatlarla, yani aynalarla. Küskünleri aynalarla barıştırı, yalnızları aynalarda çoğaltır.
Aşk bir korsedir. Gün gelir, hiç beklenmedik bir yerde, hiç beklenmedik bir anda, atıverir çıtçıtlarından biri yahut çözülüverir iplikleri. Neler olup bittiğini anlamaya vakit kalmadan, korsenin cenderesinden kurtulan yağlar sürüsepet dışarı çıkmıştır çoktan. O keşmekeşte, göz açıp kapayıncaya kadar eski haline dönüverir gövde. Aşk bir korsedir. Niçin bu kdar kısa sürdüğünü anlayabilmek için haddinden fazla şişman olmak gerekir. (s.214)
Metis Yayınları, 13.Basım Temmuz 2008 (1.2000), 229 sayfa
7 Eylül 2009 Pazartesi
Yolculuk etmek üzerine..

19 Ağustos 2009 Çarşamba
The Twilight Saga - Stephenie Meyer

Öncelikle filmden bahsedersek (2008), tutar mı tutmaz mı endişesiyle çok az bütçe ayrılmış yönetmene belli ki, bazı sahneler oldukça uydurma ve ucuz olmuş. Bella karakteri için Kristen Steward kesinlikle yanlış seçilmiş, oldukça yeteneksiz ve bütün sahneleri aynı bayık bakışla tamamlayan ve duyduğuma göre de babası da TV işi içinde olan torpilli bir aktrist; romanda gördüğümüz Bella'nın yanından bile geçmez. Romanda vampir Cullen ailesiyle ilgili birçok detay verildiği halde bunun filmde tamamen görmezden gelinmesi de büyük kayıp olmuş. Fakat, romanlar kazandıkça, film romanları romanlar filmi ve aslında çok iyi pazarlamacılar hem filmi hem romanları desteklediler ve ortaya bir Alacakaranlık çılgınlığı yayıldı.
Bu ilk romanda 100 yıldır 17 yaşını yaşayan bir vampiri yani Edward'ımızı, ailesini ve sümsük liseli kızımız Bella'yı tanıyoruz. Bella yeni bir liseye başlıyor, bu lisede vampir ailesinin çocukları okuyor, Bella Edward'a aşık oluyor. Edward herkesin aklını okuyabildiği halde Bella'nınkini okuyamıyor, o da Bella'ya aşık oluyor. Ama o ne aşk öyle, hani, vampir ya zaten bir karizması bir güzelliği var, hani ölümsüz ya bir sürü zamanı var, hani uzuun yıllardır yaşıyor ya çok şey biliyor, hep aşık olmayı beklemiş mahsun mu mahsun, öyle bir adam işte, gerçek hayatta yok yani. Uzun lafın kısası vampir bir insana aşık oluyor, çok değişik bir hikaye değil "Buffy" de aynı hikayenin daha güzel bir şekilde işlendiğini görmüştük zaten. Bu vampirler normal vampirler değil, vejeteryanler (insan kanı içmiyorlar ama yine de canları fena derecede insan kanı çekiyor), gündüz dışarı çıkabiliyorlar sadece güneş ışığına çıkamıyorlar, güneş ışığına çıktıklarında parıl parıl parlıyorlar ki bu güzelliği anlatmak için çok güzel bir detay olmuş bence. Sonrasında kötü vampirlere rastlarlar, bir süre aksiyon olur, sonunda Bella ve Edward mutlu mesut yılsonu balosuna gidiyorlar fakat Bella'nın aklında sürekli şu vardır :"Ya şimdi bu adam sürekli 17 yaşında böyle çıtır böyle karizma kalacak fakat ben yaşlanacağım, ne yapmalı ne etmeli bunun bir çaresine bakmalı ve vampir olmalıyım yoksa bu adam beni gömer vallahi..." Bir de Jacob vardır, Bella'nın çocukluk arkadaşı bir Kızılderilidir.
New Moon (2006)
Bella'nın doğumgününde elinin kanamasıyla birlikte Jasper kendini tutamayıp Bella'ya saldırınca, ki birşey olmamış Edward olayı kontrol altına almıştır, genç kızların sevgilisi yüce vampir Edward Bella'yı terketmeye karar verir. Çok sevdiği halde bırakır gider kızcağızı. Tabii Bella gayet kötü kadın gibi davrnıp acısını Jacob'la dindirmeye çalışır. Jacob'la arkadaşız ayağına yatar ama alenen aşna fişne ederler. Jacob fena bir şekilde aşıktır Bella'ya. Bu arada Bella sürekli olarak Edward'ın hayalini görür.Bella'nın yaptığı bir salaklık üzerine Edward Bella'nın öldüğünü sanır ve intihar etmeye karar verir. Bu serideki vampirler ölmeyi seçebiliyorlar, Volturi isimli bir kraliyet ailesi var onlara gidip ben ölmek istiyorum deyince onlar icabına bakıyorlar. Fakat önemli olan bunu kabul ettirebilmek, kabul ettiremezsen kötü birşeyler yapıp kendini öldürtmen gerekiyor. Tam Edward kendini öldürtmek için birşeyler yapacakken bunu haber alan Bella gidip onu kurtarıyor. Edward geri dönüyor, kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bu arada sümsük Jacob da kurtadam oluyor. Vampirlerin arasına bir de kurtadamlar karışıyor.
Eclipse (2007)
Serinin 1. kitabından sonra beğendiğim tek kitabıdır kendisi. Bella sürekli olarak Jacob ve Edward arasında kalır. Tabii asıl heyecanlı nokta Victoria'nın Bella'yı alt etmek üzere bir vampir ordusu kurmaya başlaması ve bu vesileyle Cullen ailesinin diğer üyeleriyle ilgili de ayrıntılı bilgi alırız. Örneğin Jasper'in hikayesi gerçekten etkileyicidir. Bu arada kurtadamlar vampirlere yardım ederler ve Victoria alt edilir. Bella Edward'ı seçer, ama Jacob'la arkadaş kalır. Oldukça heyecanlı bir roman olmasına karşın, kendini tekrar eden, yer yer okuyucuyu uyuz eden bir roman diyebilirim. Sonunda Edward Bella'yı vampir yapmaya ikna olur daha doğrusu mecbur kalır fakat evlenme şartı koşar.
Breaking Dawn (2008)
Ben bu romana "baktık ki iyi para kazanıyoruz az daha sömürelim" romanı diyorum. Bella Edward gibi birini bulmuş ve vampir olmaya da hak kazanmıştır ama hala "ay bu yaşta evlenilir mi?" diye düşünür. Neyse bunlar evlenir, Bella vampir olur falan filan. O kadar kendini tekrar eden, o kadar baygınlık geçirdiğim bir romanki artık dha fazla yazamayacağım. Bella sonunda süper bir vampir olur. Hatta bir de yarı vampir yarı insan bir kızları olur.
5. kitap olan Midnight Sun ise yaklaşık 200 sayfası yazıldığında yazarın bilgisayarından çalınıp internette dağıtılıyor, bu üzerine yazar Twilight çılgınlığı dinene kadar yazmayı durdurduğunu açıklıyor ve yazılmış olan sayfaları web sayfasından yayınlıyor. Ki bence tamamen yalan, sen milyarlarca dolar kazanan bir yazar haline gelmişsin ve artık bu serinin bokunu çıkarmak üzeresin ki yazıların çalınıyor falan, hiç inandırıcı değil...Bu 5. kitap ise olayları tamamen Edward'ın dilinden anlatan ve bana keşke herşeyi Edward anlatsaymış diye düşündürten bir roman oldu.
Sonuç olarak, ben yazarın bu romanları ordan burdan birşeyler araklayarak yazdığını düşünüyorum, hatta tek bir yazarın değil bir ekibin yazdığını düşünüyorum. Ama yine de Edward'ı seviyorum..
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Tatile gittik..ooohhhh beeee.....
17.07.2009 tarihi itibariyle başlayan iznim 29.07.2009 tarihi itibariyle sona ermişti. Geçen sene iznim olmadı ya, pek kıymetliydi bu yılki iznim, kendime sınırsız güneşte yatma, içme ve kızımla oynaşma vakti ayırmaya kararlıydım, hepsinden biraz biraz ve doya doya yaptım. Bütün benliğimle tatile, denize, güneşe, sıkıcı Ankara'dan uzaklaşmaya susamışım ben yauuuu, üff çok mu abarttım ya..17 si akşamı sevgili koca ve kızım beni işten aldılar ve çıktık yolaaa...(tatil zamanlarında asla vakit kaybetmem, mümkünse iş çıkışında arabayla hemen, ilk otobüsle veya ilk uçakla Ankara'dan vınlamak isterim..) Adapazarı'na gittik önce, kayınvalide ve kayınbaba dört döndüler bizi memnun etmek için, saolsunlar. Alışveriş yaptık, gezdik, en sevdiğim balıkçıda balık yedik (Adapazarı yemek ve alışveriş konusunda gerçekten sınırsız bir yer..). Sonra yola çıktık, İznik'e gittik, yolda kocanın dayısına uğradık, Deniz'i tanıştırdık, sonra köye kocanın teyzesine gittik, oturduk kalabalık bir aile sofrasında yemek yedik. Sonra çıktık Altınova'ya yazlığa gittik. İlk gittiğimizde Deniz kendini şaşırdı, Ankara'da gördüğünün aksine, sınırsız dışarda gezme özgürlüğü, her daim bahçeye açılan kapılar, sevecen komşular, temiz hava, deniz, güneş, bir sürü arkadaş... Deniz'in kendini nasıl şaşırdığı üzerine detaylar kendi bloğunda fotoğraflarla birlikte yayınlanacaktır...
Ne zamandır başbaşa kutlayamadığımız evlilik yıldönümümüz de tatile denk gelince tatil öncesi gün aşırı nöbet tutan ve pek görüşemediğimiz kocaya bir sürpriz yapmak geldi içimden, ben de bu dönemden ruhen çok bunaldığımdan kendime de bir hediye vermek istedim. Tatil kataloğuna bakarken bulduğum ve pek bir beğendiğim Oliviera Resort da bir rezervasyon yaptırdım. Oliviera Resort, Dikili, Bademli Köyüne yakın Kalem adasında bulunan bir ada oteli, Türkiye'nin ilk ada oteliymiş. Netten baktığım kadarıyla güzel olan oteli bir gün önce bizi suit bir odaya aldığını haber verince daha bir sevdim. Günü gelince kocayı bindirdim arabaya bir yere gidiyoruz dedim, biz gittikçe o merak etti sanırım, sanırım çünkü kendisi pek bir ikizler burcu olduğundan pek bir karmaşık ve pek bir can sıkıcı derecede içine dönük olabiliyor ya da tam tersine bunca yıl sonra bile halen bir karizma yapmaya çalışıyor o anda, kimbilir, kimbilmez...Dikili'yi geçip, Bademli Köyü'nü de geçip, böyle daracık toprak bir yola girince bile bozulmayan kocanın o bilinmez karakter hali, kara bitip de denize geldiğimizde ve otopark görevlisinin adlarımızı alıp "ben kaptanımıza haber veriyim gelsin sizi alsın" deyince azıcık şaşırıyor ya da çok şaşırıyorda hala karizma yapma peşinde bunca yıldan sonra bilemicem. Neyse, ben oteli çok beğendim. Yeşile hiç zarar verilmemiş, sanki ağaçların aralarına oteli inşa etmişleri ağaçlar izinverdiğince. Taş evler ve taş yollar daha sıcak bir hale getirmiş burayı. Antik bir kent konseptiyle tasarımı yapılmış, hani böyle eski bir şato varmış, bir sürü antik kalıntı bulunmuş, aslında burası fiii tarihden bir şehirmiş gibisinden. Kesinlikle güzel tasarlanmış, Ege'nin güzel manzarasını çok güzel kullanmış keyifli bir otel. Yanlız sanırım henüz inşaatı bitmemiş kısımlar var çünkü bir merdivenden çıkınca birden boş toprak bir araziye çıkabiliyorsunuz. Çok sakin, çok sessiz, sürekli bağırarak konuşan on çocuklu kaba ve rahatsızlık verici turistlerden uzak, saygılı ve çocuklu ailelerin tatil yaptığı ve gördüğümüz kadarı ile çocuklu tatil için gayet uygun bir mekan burası. Gelelim gecelerine, geceleri de gayet sakin yer, sahildeki cafe akşam bara dönüşüyor, biranızı alıp iskeleye geçip şezlonglara uzanıp yıldızların altında keyif yapması on numara, fakat eğlence aranıyorsa çok kesat. Bir de krizden midir nedir otelin genelinde aydınlatma çok az hatta neredeyse karanlık diyebilirim, korkutucu olabiliyor, odaya gitmeye çalışırken saptığımız bir yolda önümüzü bile göremediğimizden havlayan bekçi köpeğinden tırsıp koşturmamız görülmeye değerdi.
Bu günden sonra Deniz hastalandı, koca hastalandı, ikisi de benimle denize giremedi, etrafı hiç gezemedik vsvs. Her zaman söylediğim ve anlattığım gibi neye çok heves etsem mutlaka bir bokluk oluyor, bırak oluruna kardeşim ne kasıyorsun ki di mi...
Koca kaldı orda kızla, ben eve ekmek parası getirmeye geldim Ankara'ya, sonra kocada geldi, kızı bıraktık orda bol bol tatil yapsın diye. Özlüyoruz şimdi, ben haftasonları gidiyorum, koklaşıyoruz...
Tatil yapmak çok güzel birşey yahu....
4 Temmuz 2009 Cumartesi
Dans Eden Benlikler - Harriet G. Lerner

...Çiftler dikkatlerini yakınlık üzerinde yoğunlaştırdıkça yakınlaşamazlar. Bir ilişkide gerçek ve güvenilir yakınlık ille de istendiğinde ya da arandığında değil, iki birey de tutarlı olarak kendi benliklerini geliştirdikçe oluşur. "Benlik geliştirmek" derken kendini gerçekleştirmek, işinde ilerlemekten söz etmiyorum. Bunlar, benliğin sorgulamamız gereken "erkek ürünü" tanımlarıdır. Benlik geliştirmek, inançlarını, değerlerini ve amaçlarını belirginleştirmek, soyağacındaki kişilerle bağlantıyı sorumlu bir biçimde sürdürmek, en yakın ilişkilerdeki "ben" i tanımlamak ve önemli duygusal konular ortaya çıktıkça onları ele almaktır...s.77
...Yetişkinler, kendi sorunlarını tanımlayıp çözmek için etkin bir biçimde uğraşmayınca, çocuklar üzerinde odaklaşma özellikle artar ya da çocuklar kendiliklerinden, yetişkin sorunlaını en yaratıcı biçimde evirir, çevirir, ortaya dökerler. İlginç bir şekilde, bizim üzerinde durmak istemediğimiz ruhsal sorunlarımız çocuklarımıza geçer...s.159
İmge Kitabevi, 3.baskı 2003, (1.1994), 230 sayfa
Yakamdaki Yüzler - Can Dündar

İmge Kitabevi, 1. basım 2007, 246 sayfa
28 Haziran 2009 Pazar
Portobello Cadısı - Paulo Coelho

Can Yayınları, 1.Basım Ocak 2008, 261 sayfa
26 Haziran 2009 Cuma
Arkası Yarın - Müge İplikçi

Everest Yayınları, 2.Basım 2006 (2001), 110 sayfa
22 Haziran 2009 Pazartesi
Şehir dışı..Eskişehir..Düğün..Dernek..Yeme..İçme..
Kimse evlenmese Ankara dışına da çıkacağımız yok, ya bugünlerde, o yüzden her ne kadar ve her geçen gün bekarlığın sultanlık olduğuna inancım artıyorsa da, Ankara dışına çıkmak için bir vesile oluşturduğundan herkes evlensin istiyorum, herkes evlensin ama Ankara dışında evlensin...hehe.. Umut ve Rabia da Ankara dışında evlendiler, Eskişehir'de..ve yıllar yılı binbir türlü anısını dinlediğim, çocukluk arkadaşlarımdan birinin yaşamını sürdürdüğü yakın ama görülmemiş bir şehir olan Eskişehir'e yolumuz düştü. Deniz'in hastalanması nedeniyle aman gittik aman gidemedik heyecanını son dakikaya kadar yaşadık ve bu nedenle de yola azıcık geç çıktık. Güzel bir otelde kaldık, Namlı Otel tavsiye ederiz. Otele yerleştik, sonra otelin karşısında bulunan ama adını bilmediğim bööyle koca avizeleri olan han gibi bir yerde birşeyler içtik, çok güzel bir yerdi de adı neydi acaba...Çarşıyı gezdik, yobazlıktan çok uzak görünen insanları keyifle yaşasın diye düzenlenmiş bu şehir; aynen Ankara gibi, böyle kurak mı kurak kokan, ama tam tersi olduğu besbelli bir şehir, ama o tramvay işini sevmedim, her an ezilebilirim kaygısı yarattı bende..meğer şehrin havası ordaymış ama ben sevmedim, cinslikten herhalde..Sonra hep methini duyduğum çiğ börekten yemeğe gittik, çok güzeldi ama çok yağlıydı dokundu biraz, bir de ondan az önce burger yemiştim üstüne de 4 tane börek yiyince sanırım çok oldu üstüne soda içmem gerekti, hafta içi rejim yapıp haftasonu abartan obur insan modeli. Sonra geceleyin çocukluk arkadaşım Canset de geldi, faytona bindik, o da çok güzeldi, ama fayton deniz olan şehirlerde daha güzel oluyor, itiraf etmeliyim. Barlar sokağına gittik, bir yerde oturduk, çoook kalabalıktık, sohbet muhabbet, sonra ben Deniz'i alıp otele döndüm, uyuttum sonra yatağa yatıp kitap okudum, otel odasında kalmayı hep sevmiş hatta aslında sürekli otel odalarında yaşayabileceğini düşünen bir insan olan bana çok iyi geldi bu..böyle sessiz, sakin, yalnız, otel odası, kitap ve yanıbaşında uyuyan bıcırık, ruhum dinlendi....koca da lise arkadaşlarıyla takıldı, onun da ruhu dinlenmiştir sanırsam. Ertesi gün kocanın lisesine gittik, arkada bulunan tel örgünün deliğinden içeri girdik, anıları tazeledik, yıllar yılı anılarını dinlediğim bu okulu görmek değişik oldu, güzel oldu. Sonra esas oğlan ve esas kızın kır düğünlerine gittik, tebrik ettik, oynadık, öptük, Deniz'in peşinde koştuk. Rabia'nın gelinliği çok güzeldi ve çok yakışmıştı. Sonra malın önde gideni olan ve her daim çorak görünen şehrimize doğru geri yola çıktık, Eskişehir'i çok sevdim, çok beğendim ama yaşamak isteyecek kadar değil sanırsam, deniz olmayan şehirler beni o kadar da cezbetmiyor ya, ondan...
25 Mayıs 2009 Pazartesi
Bu aralar...ben...
Anneler günümü kutladım. Anne olamayacak kadar fit, güzel ve genç görünüyor olmam nedeniyle buna inanamadıklarından anneler günümü kutlamayı unuttuklarını düşündüğüm arkadaşlarımın ağzına ettim. Didem'in ve Güneş'in doğumgünü partilerine gittim. Bilge geldi onunla takıldık. Nisan-Mayıs ayları gevşer gönül yayları oldum. Hayal gücü kuvvetli bir insan mıyım yoksa hayalperest miyim ayırdına yine varamadım zira 15 lik tiiiineycler gibi hayal dünyasında bir o yana bir bu yana savrulmakta ve işin komiği bundan da mutlu olmaktayım. Yeni bir dövme daha yaptırmak istiyorum, bakalım, haftasonu gideceğiz. Akşamları hiçbir faydalı şey yapmıyorum birkaç haftadır, elimde kabak çekirdeği tabağımla Lost'un 4-5. sezonlarını izliyorum, ondan sıkılınca da film izliyorum, filmler de öyle kabak çekirdeği tadında olanlarından. Deniz'i parka götürüyorum haftasonları, park arkadaşlarımız oluyor, park anneleri olarak deneyimlerimizi paylaşıyor öğreniyoruz, parka gitmeyi seviyorum. Tatilim geldi çok fena, izne çıkmak istiyorum. Böyle pek bir orta düzeydeyim, iyidir..
27 Nisan 2009 Pazartesi
Çalışan bir anne olarak ben hep şöyle ikilemler arasında kalıyorum..

- Anne olmak, kız çocuk olmak, gelin olmak, karı olmak, çalışan olmak, ev kadını olmak (olamamak), bunları hem ayrı ayrı hem de aynı anda olmak zorunda olmak...
- Gezmek istiyorum fakat çalıştığım için vaktim olmuyor, çalışmadığım zamansa param olmuyor yine gezemiyorum, zaten benim vaktim olsa kocamın olmuyor, zamanlarımız bir türlü uyuşmuyor, o zaman gerginlik oluyor, ve ben o zaman tek başıma gidip gezmek istiyorum, sonra öyle istediğim için ne kötü anneyim diye suçluluk duyuyorum, fırk..
-Bazen çok sinirleniyorum özellikle de kendi kendime kızıyorum, sonra kendimle uğraşıp kendi kendimi sabote ettiğim için kendime daha bir çok kızıyorum...
Hasta mıyım neyim ya...
26 Nisan 2009 Pazar
Su Gibi - Barış Behramoğlu

...Erkekler mizaçları gereği yitirdikleri şeyleri aramadan, geri isterler. Şeytan aldı götürdü oyunu tutmayınca da hızla yerinize bir diğerini koyarlar ve sizi zamana karşı hızla koşmakla suçlarlar... s.18
..."Kadınların çoğu" dedi Su, "ağızlarında bir lolipop çevirir gibi, bir o yana bir yana kurcalayıp dururlar bazı şeyleri. Asla gerçekleşmeyecek bir masal yargısı ve çoğunlukla suçlamasını, 'Hayır geçkelşeyebilir ve ben bunu istiyorum' derler, kısık sesle. Çoğu bunu istemekle kalır ve anne olma adıyla onurlandırılırken kendi arzularının üzerinde tepinerek, az ile yetinmeye koşullandırılırlar. Ve yargıları şu olur: 'Canım, daha iyisini bulamazdım.' Bu sınıftakiler hiç masal okumayanlardır ya da okumuşlardır ama yarım yamalak. Kimbilir belki de birileri kapatmıştır gözlerini...s.20.
...Bir dilek dilendiğinde bir diğer arzunun gerçekleşmeyeceği neden hiçbir kitapta yazmıyor? Herşey için bir bedel ödenmesi gerektiği? Her umudun beraberinde bir hayal kırıklığı sürüklediği?
Karşılaştırmalar yapmaksızın ilerleyemez insan. Kendi hayatlarımızı hep başkalarınınkiyle, başkalarınınkini ise kendi yaşam sürecimizl kıyaslayıp dururuz hepimiz. Geçmişteki hatalarımızı tekrarlamak için, özür dilemeyi, bağışlamayı çoğu zaman da görmemeyi, duymamayı hatta konuşmamayı seçeriz. Sonra gün gelir dururuz, olduğumuz yerde. Hata olarak görülenlerin aslında kendi doğrularımız olduğunu anlayıveririz... Zamanımızı tüketmiş gibi görünürüz, oysa tükenen sadece bizizdir...Çünkü hep aynı şeylerden söz ederken yakalarız kendimizi. Ailemizden, çocukluğumuzdan, hayallerimizden...Zamanla yaşadıklarımızın hangisinin, gerçekten de "gerçek" olan olduğunu unuturuz. Düşlerle uyanıklığın arasındaki ince sınırda, en fazla mutlu olduğumuz anlaın hesabını tutarız. Ve düşlerimiz her zaman kazanır. Böylece, kendimizi hiç bitmeyecek bir uykunun kollarına usulca bırakırız...s.52
Yitik Ülke Yayınları, 1. Baskı Kasım 2006, 62 sayfa
23 Nisan 2009 Perşembe
Sevdalım Hayat - Zülfü Livaneli

Remzi Kitabevi, 6. Basım 2007, (1. Basım 2007), 430 sayfa
Çocuk Ruh Sağlığı - Prof.Dr. Atalay Yörükoğlu

"Sevgili Emel,
Bu kitap bizim dördüncü çocuğumuz olarak doğdu. Yirmi yılda 22 kez basılmış ve anababaların başucu kitabı olmuşsa senin katkılarınla olmuştur. Çünkü her sayfasında senin emeğin var. Ev işlerinden ayırabildiğin saatleri, yeni doğan bir bebeğe bakar gibi, kitabın yazılışına ayırdın. İki parmakla yazdığın daktiloda sana verdiğim taslakları usanmadan temize çektin, düzeltmeleri yaptın, yerinde eleştirilerinle Annelik deneyimlerinle edebiyat öğretmenliği yeteneklerini cömertçe sundun. O günlerde, çocuklarımızı büyütürken aldığın tadı ve mutluluğu yeniden yaşıyor gibiydin. Sonuçta ortaya akıcı bir dille yazılmış bir kitap çıktı. Her kitaptan sonra bir yenisine başlamak için beni durmadan yüreklendirdin. Övgüleri ben aldım ama her iyi eş gibi sen yanımda ve arkamda itici gücüm olarak kalmayı yeğledin. O günleri nasıl arıyorum bilemezsin.....
.......
Sevgili karıcığım, bir yazarın şu sözlerini sana sık sık söylerdim: "Çocuklarınızı ruhsal bakımdan sağlıklı yetiştirmek istiyorsanız tek bir şey yapın ve eşinizi mutlu edin!....."
Sevgili karıcığım, bir yazarın şu sözlerini sana sık sık söylerdim: "Çocuklarınızı ruhsal bakımdan sağlıklı yetiştirmek istiyorsanız tek bir şey yapın ve eşinizi mutlu edin!....."
Çok şanslı kadınmış diyorum, nur içinde yatsın ikisi de. Çok keyifle ve öğrenerek, ders alarak okudum bu kitabı. Altını çizdiğim çok yer oldu, sonradan açar yine okurum diye. Bir kitap okumaktan ziyade Yörükoğlu'yla sohbet ediyormuşcasına güzel bir dili var, çok anaç, çok sade. Bir sürü şey öğrendim çocuklara ilişkin, bu sayede kendimi bile analiz etme şansım oldu. Bu kitabı 1 senede okudum neredeyse, sıkmadan bunaltmadan sindire sindire.
Özgür Yayınları, 28. Basım (1. Basım 1978), 410 sayfa
18 Nisan 2009 Cumartesi
Metropolde Bir Kadının Sessiz Çığlığı - Nesrin Göçtürk Kaya

Sonsuz Kitap, Ocak 2007 1. Baskı, 358 Sayfa
12 Nisan 2009 Pazar
Safran Sarı - İnci Aral

Merkez Kitaplar, Eylül 2007 (1.Basım Mart 2007), 316 sayfa
3 Nisan 2009 Cuma
Geç kalmış doğumgünü kutlaması..

30 Mart 2009 Pazartesi
Bu insanlar eşek mi...ve nihayet bahar geldi...
Ne için umut etmiştim ve umut ettiğim şey de iyi bir şey miydi çok da emin olmamakla birlikte yine de umut etmiştim. Aman yolsuzluk olmasın, dürüstlük olsun, Ankara yaşanılır bir kent olsun gibi çok aşmış umutlar yerine, en azından güzelim Cinnah caddesini türbeye çeviren iki adımda bir sıralanmış yeşil ışıklı sokak lambaları (ki tüm havaalanı yolu boyunca ve aslında heryerde var), güzel parkların çok adi bir kerhane bahçesi gibi görünmesine neden olan cıngıl cıngıl ışıklar kalksın, su faturalarını abartarak bizden çaldığı paralarla gidip Keçiören'e teleferik yapılmasın gibi basit mi basit isteklerim vardı. Ama Ankara ne eşekmiş ne, ki yine aynı eşek kimbilir daha nereleri mahvetmek üzere belediyenin başında... Üzüldüm valla, bu kadar eşekle aynı havayı solumak istemiyorum ben ya...
Bu arada saatleri ileri aldık, işten aydınlıkta çıktık, bahar kendini gösterdi, haftasonu kardeşim geldi gitti, çok istediğim bir firmaya iş görüşmesine gideceğim birde, bunlar günümü yine de şenlendirdi...
25 Mart 2009 Çarşamba
Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk

İletişim Yayınları, Eylül 2008 1. Basım, 592 sayfa
15 Mart 2009 Pazar
Slumdog Millionaire

1 Mart 2009 Pazar
Hamam Sefası..

22 Şubat 2009 Pazar
Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar - Adem Güneş

"...Hamile bir anne, abdest aldığında, namaz kıldığında, Kur'an okuduğunda yahut yalan söylediğinde, gıybet ettiğinde, günaha meylettiğinde karnındaki çocuk ne haldedir?."
21 Şubat 2009 Cumartesi
Bir takım sapır saçma çıkarımlar..
28 Ocak 2009 Çarşamba
Karanlıktaki Adam - Paul Auster

August Brill ana karakterimiz, 72 yaşında, eski bir kitap eleştirmeni, babacan mı babacan tatlı bir adam. Bir trafik kazasından sonra tekerli iskemleye mahkum olmuş, kızı Miriam ve torunu Katya'yla birlikte oturmaktadır. Uyku tutmayan bir gecede karanlıkta, anımsamak istemediği düşünce ve olayları, karısının ölümünü, torununun erkek arkadaşının Irak'ta vahşice öldürülüşünü kafasından kovmak için, kendi kendine öyküler anlatmaya başlar. ABD'nin kendi kendisiyle savaşta olduğu bir öykü kurgular. Yarattığı ABD'de New York bağımsızlığını ilan ederek ABD'den ayrılmış, bunun üzerine de ülkede oldukça kanlı bir iç savaş başlamıştır. İronik olansa ABD Başkanı'nın yine Bush olması ve savaşı onun başlatmış olması.
".....2000 yılındaki seçimler...Anayasa Mahkemesi'nin kararından hemen sonra...protestolar... büyük kentlerde ayaklanmalar...Seçmenler Kurulu'nun lağvetme girişimi...yasa taslağının kongrede reddedilmesi....New York Büyükşehir Belediye Başkanı ile belde belediye belde başkanlarının liderliğinde yeni bir hareket... 2003'te eyalet yasasıyla kabul edilen Birleşik Devletler'den ayrılma kararı...Federal Birlikler Albany, Buffalo, Syracuse, Rocherter'a saldııyor.. new York bombalanıyor... seksenbin ölü... ama hereket yaygınlaşıyor...2004'te Maine New Hampshire, Vermont, Massachusetts, Connecticut, New Jersey ve Pennysylvania, New Yorkun yanında Amerika Bağımsız Devletleri'ne katılıyorlar... aynı yılın sonlarına doğru California, Oregon ve Washington'da Pacifica adını verdikleri kendi cumhuriyetlerini kurmak için Birleşik Devletler'den ayrılıyorlar...2005'te Ohio, Michigan, Illionis, Wisconsin ve Minnesota Bağımsız Devletler'e katılıyorlar.. Avrupa Birliği yeni ülkeyi tanıyor.. diplomatik ilişkiler kuruluyor...sonra Meksika...sonra orta ve Güney Amerika yeni ülkeyi tanıyıp diplomatik ilişki kuruyorlar......"
August'un kafasında kurduğu öykünün baş kahramanı, kendi halinde New York'lu bir sihirbaz olan Owen Brick, derin bir çukurun içinde uyanır. Önceki gece karısının yanında uyumuş olan Brick, buraya nasıl geldiğini anlayamaz. Daha sonra onu bu çukurdan kurtarmak için bir asker gelir ve öğrenir ki ülke bir iç savaştadır. Üstelik kendisinin de bu savaşta çok önemli bir görevi vardır. Bu iç savaşın çıkmasına neden olan kişiyi bulup ortadan kaldırmak. Bu kişi bir yazardır ve bütün bu savaş o kurguladığı için yaşanmaktadır. Bu yazar ise tabii ki August Brill'dir! Kendi geçmişiyle yaşadığı iç savaşı biraz olsun hafifletebilmek için kafasından kurgular yapmaktadır. Karısı Sonia'yı, onu terkedişini, sonra tekrar biraraya gelişlerini, kızı Miriam'ı,torunu Katya ve onun sevgili Titus'u düşünür. İlk başlarda bir yan hikaye gibi başlayan iç savaş ve kahramanı Owen ile ana kahraman Brill çakışınca daha bir beğendim romanı. Bitince üzüldüm. Tavsiye ediyorum mutlaka...
Can Yayınları, 2.Basım Eylül 2008, 167 sayfa
20 Ocak 2009 Salı
Piyano - Yiğit Okur

Can Yayınları, 4. Basım 2007 (1.2003), 431 sayfa
10 Ocak 2009 Cumartesi
Yeni Yıl, 2009..

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)