Bu kısa romanı okuyalı çok oldu, yazılmayı bekledi, vakit bulunmasını bekledi. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen bu kitaba dair hatırladığım ve hala sıcaklığını koruyan duygu "korku" oldu. Kadınların kapandığı, fikirlerin kapandığı, duyguların kapandığı, boynuna tasma geçirilmiş hayatların yaşanmaya çalışıldığı kapkaranlık bu ülke beni o kadar korkuttu ki. Mekan ve zamandan bağımsız bu kitap, sanki "ülkeme ne oluyor?" diye gece boyu düşünüp sonra uykuya dalıveren Murathan Mungan'ın gördüğü kötü bir rüyanın kelimelere dökülmüş hali sanki. Bütün Mungan romanları gibi, anlatım öyle içten ve şiirsel ki, kendinizi Akhbar'la özdeşleştirmemeniz mümkün değil, yanlızlığı, özlemleri, şaşkınlığı, hüznüyle yaptığı fiziksel ve içsel yolculukta ne hissediyorsa siz de hissediyorsunuz. Ülkenizde kötü giden birşeylerden, izin verilmeyen durumlardan kaçabilir, kendinize yeni ve güzel bir hayat kurabilirsiniz ama geride bıraktığınız ülkenizde bir parçanız kalmıştır, o parça hep acır böyle, hiç durmaz. Son zamanlarda ülkemizde yaşananları da düşününce bu kısa romandan ürkmek sanırım mümkün değil. Şiddetle tavsiye ediyorum.
S.46 ...Aralarındaki sessizlik uzayınca, gözlerini duvarlar boyu dizilmiş kitaplarda gezdirdi Akhbar. Hayatın sırrı bu kitaplardan birinin içinde saklı olmalıydı. Ama o tek bir kitabı bulana kadar ömü geçebilir ve insan hayatın sırrına erişemeden ölüp gidebilirdi. Buna değip değmediği kafasında hep bir soru işareti olarak kalmış, bu yüzden kitaplardan hep uzak durmuştu. Çok kitap okuyan insanlara hayatın yetmediğini biliyordu. Kitapların dünyasında hayatı küçük gören, tehdit eden birşey vardı. Hem hakkında bu kadar yazı yapılan hayat neydi? Hangi yazı hayata yetmişti! Kelimelerle dolu sayfalar, sayfalarla dolu kitaplar, kitaplarla dolu dükkanlar her zaman olduğu gibi gene ona boğuntu, bir an önce kaçıp kurtulmak arzusu verdi....
S.51 Sokaktaki tek tük kadınlar kendilerini sokaklardan hemen silinmei gereken lekeler gibi hissediyor olmalılar ki, geçtikleri yerlerde çabuk adımlarla hızlı hızlı yürüyor, havanın boşluğuna kendilerinden bir iz bırakmamaya çalışıyor, varlıkları bir görüntüye, görüntüleri bir ağırlığa dönüşsün istemiyorlardı. Bu yüzden onların telaşlarında yalnızca gündüzün sıcağındankaçmak değil, aynı zamanda bir an önce gözden kaybolmak gayreti seziliyordu. Yerden kalkmış bir toz bulutunun bile yoğunlaşmış havadan ötürü toprağa geç döndüğü bu iklimde, bir an önce geçip gitmek istiyorlardı. Görülmek için, daha çok görülmek için yüzyıllardır süslenip durmuş olan kadınlar, şimdi ve burada görülmemek için varlıklarını havanın boşluğunda bile silmeye çalışıyorlardı.
S.77..."Burkaya giden yolu çador açar," demişti kadın. "Çador, annelerimizin, ninelerimizin geleneksel ve masum başörtüsü değildir yalnızca. Kafalarımızdaki köprüdür. Örtünmek bir ahlak haline getirildiğinde, arkası mutlaka gelir; karara karara gelir. Örtünmenin sonu yoktur. Kadınlar kefene kadar örtünmek zorunda kalırlar."
Metis Edebiyat, 3. Basım 2004 (İlk basım 2004), 106 sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder