Günlüğümde en çok yorum alan yayınlar hep bu yazı dizisinin oldu. Bu yazı dizisi sayesinde hiç tanımadığım, hiç görmediğim ama benzer yaşanmışlıklardan muzdarip, bıkkın, yılgın ve öfkeli kadınlarla dertleştik, dedikodu yaptık sadece yazarak. Çokmuşuz biz... onu anladım. Kendi kendime uydurmuyormuşum, benzer ve hatta beter durumlar yaşayanlar varmış. Sevgilisi tıpta okuduğu için benim yüzümden endişelenenler var, onlar meraklanmasın, gününü gün etsin, evlenmesin, şaka, her koyun kendi bacağından asılır, ben kendi yaşadıklarımı yazıyorum. Bu yazı dizisinin devamını merak ediyoruz diyenler var. Evet, bu yazı dizisinin devamını ben de merak ediyordum. Yaşadıkça yazıyor ya insan günlüğüne... Başlamadan önce, her zaman ki gibi, diyorum ki... düşünceler sahiplerini bağlar, "aman da ne güzel, şahane, tadından yenmez, bal dök yala bir meslek sahibi, herkesin evlenmek isteyeceği bir doktorum" diyorsanız, sizi başka günlüklere alalım, zira yayının altına gevrek gevrek yorum yapan bir kaç salak tıp mezununun yorumlarını yayınlamayacağım. Zira 4 nolu yazıma, hayatında tıptan başka birşey okumamış dangalağın biri -dangalak diyorum zira bir takma ad bile kullanamamış yorum bırakırken, ben de kendisine bu ismi uygun gördüm, "adsız" dan daha karakterli en azından - "keşke biraz daha okuyup doktor olabilseydiniz. bu kadar kompleksli olmazdınız belki" diye yorum bırakmıştı...yok alındığımdan değil, kendisinden daha çok okuduğum kesin, en azından okuduklarım işime yaradı, yarıyor o da kesin. Neyse, alınacaklar, bana laf sokmak isteyecekler hadi bakalım başka günlüğe...
Bir insanın mesleği karakterinde büyük değişim yaparmış ben onu gördüm, otuz yaşını geçmiş koca adam da olsan koca kadın da olsan değişiyorsun, kaçınılmaz olarak. Karakterlerimiz altı yaşına kadar gelişiyor, evet çocukluk nasıl geçtiyse, yansımalarını büyüyünce görüyoruz yazıyor kitaplar ama o da bir yere kadar yürüyüp gidiyor zannımca. Teyzem çoktan emekli olmasına rağmen hepimizle yüksek sesle konuşuyorsa, çok gerilere, çocukluğuna inmeye gerek yok, öğretmendi çünkü, sabahları derse girdiğinde elli kişilik sınıfa "günaydın" diyordu, elli kişinin her birine günlerinin aydın olmasını dilerken de sesini yükseltmesi gerekiyordu her biri duysun diye, en saf tahminle. Çok güler yüzlü bir insanken bir zamanlar, patron olup komple ciddiyete bürünen asık suratlı yaratıklar var, sanki gülerek iş buyursa herkes yavşayacak. Bir de iş kıyafetiyle her ortamda tanınan meslekler var, giydiği üniformalarla bütünleşen insanlar var, asıl konumuz onlar zaten. Çok akıllı bıdık başladım, sıkıldım, ama değiştiremedim üslubu bir yandan da, bir de belli bir misyon üstlenmiş bilirkişi havasında yazdım onu da değiştiremedim. Neyse, ne diyordum, üniformalı meslekler...uzak durulası...doktorluk, askerlik, polislik, avukatlık ve hakimlik belki. Üniformasını iş yerinde bırakıp çıkan var çıkamayan var, bir de üniformadan çok memnun olup sabah akşam çıkarmak istemeyenler var. Üniformalı mesleklere toplumsal olarak duyulan bir saygı var mesela. Dünyanın en gerzek adamı da olsan, üniforman üstündeyse kimse sana kötü bir şey demiyor, diyemiyor, aksine bir yağcılık bir yalakalık. Zaman geliyor geçiyor, üniformaya gösterilen bu abartılmış saygı egoda tavan yaptırıyor, etrafımızda Themis kılıklı hakimler ve avukatlar, kendini Ares sanan polis ve askerler, Zeus doktorlar var, listeyi Poseidon kaptanlar, Uranos pilotlar diye de genişletebiliriz tabii. Üniformayı bırakabiliyorsun iş yerinde belki ama egonu bırakamıyorsun. Ego seninle birlikte her yerde. Ego evde, ego arabada, ego yatakta, ego banyoda, mutfakta, salonda, ego her yerde. Doktor,polis, asker karısı olmak diye bir şey var mesela, doktor, polis, asker çocuğu olmanın getirileri var, götürüleri var. Kısaca üniformalı mesleklerin egolarından tırsıyorum ben artık.
Ben tıfıl tıp öğrencisi sevgilimin cerrahlık eğitimiyle birlikte nasıl bir Zeus'a dönüştüğünü izledim, içim yana yana. Tıfıl tıp öğrencisi kısımlarını daha önce detaylı işlemiştim. Çok geçmişti onlar çok. Neyse... Asistan cerrah ilk başlarda egoyu hastanede bırakır gelir, zira çömezdir kimse kaile almaz kendisini, hatta lanet eder bilakis kendisi. Çömezin altına çömez geldikçe sorumluluğu arttığından kelli palazlanır. Baş asistan olduğunda egoyu artık hastanede bırakamaz, yanında gezdirir. Zira hastane gece demez gündüz demez, hafta sonu demez tatil demez arar. Baş asistan olduğunda egoyu ameliyathanede bile bırakamaz çünkü artık hocası hastaları ona bırakır, hastalar hocam hocam peşinde, postalar hocam hocam peşinde, hemşireler hocam hocam peşinde. Doktorlara herkes "hocam" der bu arada. Ben o zamanlarda koca kişisinin bir nevi "hoca" olmaya başladığının farkında değildim, adam hastanede çaycıdan bile acaip doktorluk saygısı görüyor, evde ise "koca" ve "baba" dan öteye gidemiyor, diyorum ya hep doktor moktor, hiç fifi değil benim için, küçük kuzunun da zaten tüm dünyası anası babası, işsiz bile olsalar umru olmaz. İşte bu duruma sanıyorum ego biraz bozuluyor bir süre sonra. "Ya hastanede herkes neredeyse önümde eğilecek hocam hocam diye, eve geliyorum kadın bana diyor ki "sofraya yardım et"", "benim hastam ölüyor, eve geliyorum ana kız şen şakrak, hastanede insanlar acı çekiyor, ölüyor, hemen ortamı gereyim zaten gerginim" diye kendi kendini fitil ediyor olmalı. Sevgili ego, dünyada ölen herkes için üzülmemeyi sayende öğrendim be, sağolasın. Ha bir de ego biraz şamşırıyor kendini tabii bir süre sonra çünkü baş asistanlık büyük hocadan tüm zılgıtı küfrü yediğin bir dönem de aynı zamanda. Hastalardan, hasta yakınlarından, postalardan, annenden babandan, komşu teyzeden, trafik polisinden aldığın bütün gazlar bir yana, büyük hocaların, profesör, docent, yardımcı bilmem ne falan yani, topu bu baş asistana kayar hep, alttaki çömezleri kaile bile almazlar, sanki tüm dünyanın bütün sorunlarının nedeni o baş asistandır, deprem olsa kesin o baş asistanın parmağı vardır yani o derece, ve cerrahlık eğitiminin en kötü noktası bir anabilim dalında kendi döneminde tek baş asistan kalmaktır sanırım. Kendi dönemin içinde seninle birlikte bir ya da iki kişi varsa tadından yenmez, kötünün iyisidir bir nebze çekilebilir belki de. Baş asistanlık egonun kendini şamşırdığı bir dönemdir neticede, "biri dövüyor biri seviyor, ne oluyor" dediği bir dönem. Şanslıysa doktor kişi baş asistanlık kısa sürer. Ve sonra ego uzman olur. Mecburi hizmeti vardır, küfür ede ede atanır. Çoğu Doğu'ya gider, evet biz şanslıydık göreceli olarak tabii.
Uzman olan ego mecburi hizmet için atanınca, hocalarından kurtulur. Artık hocaların adına yatan hastalara bakmaktan terfi ederek kendi adına hasta almaya başlar. Artık profesör, doçent, yardımcı bilmem ne hocası mocası da yoktur ortada, övgüler direkt olarak kucağa alınır, sevilir, okşanır. Artık tam anlamyla bir "hoca"dır ego, performans sistemiyle dövülür, "hoca" diye övülür. Belediye Başkanı'nın karısı hastaneye düşse, ya da es kaza doktor önlüğüyle orada burada bir yerde görse egoyu, o bile "hocam" der. Böyle bir saygın meslek işte. İnsana "haa bak bilmem nerenin bilmem ne başkanı da olsan bir gün elime düşme ihtimalin var" dedirtir. Bazılarının öyle karıları vardır ki, yanında böyle prenses edasıyla gezerler, sürekli bir alkış tutarlar kocalarına gerzek gerzek. İlaç firmalarının elemanları bu "ego"ların önünde ceketini ilikler, yerlere eğilirler hocam hocam diye, öyle gıcık bir iştir "ilaççılık", sonra tabii doktorların arkasından da atıp tutarlar o ayrı. Öyle yalan bir ilişki işte, hoş, iş dünyası yalan ilişkiler her yerde var. Ama bir de bu ilaç firmalarını yiyen doktorlar var o ayrı, karısını yanında sepet gibi kongrelere taşıyanlar, masrafını da ilaççılara ödetenler var, tabii bunun iyi bir tarafı var en azından karısını götürüyor değil mi, bu da bir bakış açısı onlara göre, off daha neler var neler, ilaççılarda doktorun ar ve namusuna gore değişkenlik göstermek üzere izzet-i ikramda sınır yok öyle diyeyim ben de gerisini senin hayal gücüne bırakıyorum, ama bu konuyu da daha önce konuşmuştuk, geçelim...biz egonun gelişim sürecinden bahsediyorduk...
Bu egonun bir de kendi anasından babasından gördüğü ilgi ve alaka vardır ki belki de en tehlikelisi bu olur. Es kaza ziyarete gidildiyse, bütün sülale muayene edilir, bütün eş dost ilacını kapar gelir. Sünnet olan çocuk misali malum yerden herkesin haberi vardır ve bunu kutlamak, eline de bir asa tutuşturmak gerekir. Sanırım ego bundan sonra sürekli alkış bekler. Bazı ailelerin beklentisi bitmez, egoyu profesör olana dek alkışlamak isterler... çünkü bilmezler buraya gelene kadar nelerin elden gittiğini...
Yoruldum ya yazmaktan... devamı sonra olsun. Bir daha sinirlenmem lazım...