26 Temmuz 2010 Pazartesi

Bu haftasonum ne güzel geçti..

2 aydır cumartesileri çalışıyorum, her cumartesi sabahı akşamdan kalma bir vaziyette binbir küfür ederekten gidiyorum işe, internette gezip, oturuyorum sonra da haftasonumdan kalan üç beş saatte kuaföre gitmeye, alışveriş yapmaya, çocuğumla ve evimle ilgilenmeye, spora gitmeye, gezmeye tozmaya çalışıyorum ama ya hepsi yarım yamalak oluyor ya da bazıları tamamen unutuluyor. Yani, saçımı boyatıyorum ama çocuğumu gezdirme saatim geldiği için Pazartesi işe bıyıklı ve kıllı bir şekilde gitmek durumunda kalıyorum, mutfak alışverişini üç saatte güç bela tamamlıyorum ama beyaz gömlek içine giymek için gerekli ten rengi sütyeni haftalarca alamıyorum, genellikle spora gitmiyorum, spora gidecek en ufak bir vakitte bile nereyi bulsam oraya kıvrılıp yatıyorum, kitapçı gezmek istiyorum ama işleri bitirip dışarı çıkana kadar heryer kapanmış oluyor gezme tozma anlamını bir bara gidip öküz gibi içmekte buluyor falan filan. Nefret ediyorum bu kadar şehir dışında çalışıp da bir de haftasonu işe gitmeye mecbur tutulmaktan, işimiz olunca bitirmeden çıkıyor muyuz sanki, işi bitmeyen mesaiye kalır değil mi. Konu saptı yine. Cumartesileri çalışırken bütün işleri geçtim haftasonu için hiçbir kaçış, rahatlama, uzaklaşma planı yapılamıyor tabii. Haa bir de cumartesi izin alınca yıllık izinden kesiyorlar, yemiyor o yüzden izin almak. Ee çocuğu da gönderdik yazlığa, özledik. Her haftasonu gitmek de mümkün değil, o zaman iyi organize olmak gerekiyor derken kardeşimin planlarımı yanlış tarih vererek baltalaması sonucu yazlığa yapılacak kaçamak evlilik yıldönümüne denk geldi, koca çok trip attı. Plansızlığın doruk noktasına çıkarak gidiş için yer ayırtmayı unutup bütün bir sabah Kamil Koç, Varan, Pamukkale, Metro web sitelerini F5leyerek ve çağrı merkezlerinde çalışan kibar kız ve oğlanları darlayarak geçirdim, rezerve edilen tüm koltuklar satılır mı? satılır. 2 gün kala boş yer buldum, arkadan ikinci sırada koridorda, belli ki uyuyamayacağım derken, rezerve ettirdiğim dönüş biletini kestirmeyi unuttum,bu sefer de heryer dolmuş mu. Başladım Anadolu Jet sitesini F5lemeye. En pahalısından yer var, sağolsun wold puanlarım diyerekten bu bileti mecburen puanlarımla aldım, tatil için harcamayı planladığım puanlarda uçtu gitti böylece. Gidiş yolculuğum iğrenç geçti, önümdeki dallama kadın koltuğunu çeneme kadar indirdi, sıkıştım uyuyamadım. Ama çocukluk arkadaşımla karşılaştım otobüste, molalarda bir kaynattık bir kaynattık, güzel oldu. Sabah güneş doğarken denize baktım, yıllardır gittiğim bu yeri amma da çok seviyorum diye tekrar tekrar düşündüm. Mis kokulu domates, zeytin gibi zeytinle kahvaltı ettim. Kızımı gördüm, amma da özlemişim. Denize girdim, güneşlendim. Sırtıma krem sürmemişim çok fena yandım. Çok güzel uzaklaştım, format mertebesinde olmasa da bir restart yaptım, iyi oldu.

Annemlerin kendileri gibi memur bir sürü arkadaşlarıyla girdiği bu kooperatif ben 13 yaşındayken bitti, ilk gittiğimiz yaz elektrik bile yoktu. Hatta sadece evlerin duvarları, zemini ve çatısı vardı bile diyebiliriz. Birkaç memur aile ve memur çocukları hiç şikayet etmedik, her yıl biriken üçle beşle herşey yapıldı birer birer. Bu yaşları birbirine çok yakın memurların doğal olarak yaşları birbirine çok yakın çocukları vardı. Bu da başka bir kaydın konusu olsun, uzatmayayım. Neyse biz bu yaşları birbirine yakın çocuklar orda birsürü güzel şey yaşadık, büyüdük. Süslenmeyi püslenmeyi de bilirdik de, haftada bir kez zar zor izin alıp da gittiğimiz sky diskomuz vardı, kumsalda yaktığımız ateşlerimiz vardı, sözlere dökülememiş kesişmelerimiz vardı, ancak 20 den sonra elimize alabildiğimiz bira şişelerimizin dibine bakarak ettiğimiz derin mi derin ergen muhabbetlerimiz vardı. Yazlıkçıydık işte, aynı yerde 4 ay kalır, oralı olurduk, sakin sakin. Büyük, serpildik çocuklarımız oldu felan. Bu arada bizim yazlık mekana yeni yazlıklar yapıldı, kalabalıklaştı. Kalabalıklaşma beraberinde toprak yollara asfalt dökülmesini, karanlık yollara sokak lambaları konulmasını sağlarken, "Beach" olmaya çalışan hasır şemsiyeli plastik şezlonglu, çıstak şarkıların envai çeşidinin çalındığı mekanların açılmasını da sağladı. Bununla birlikte biz 15 yaşındayken yeni doğmuş veletler zamanı devraldı, bizim yazlıkta bir nevi sosyete oluştu. Artık kumsala üstünde bikinisi kafasında kovboy şapkasıyla gelen makyajlı, kokoş, seksapalitelerini çok erken yaşta farkına varmış yeni kuşak kızlar, saçları jöleli vücudu 50 faktör yağlı, parmaklarından sigara eksik olmayan yeni kuşak oğlanlar ve onların pek komik muhabbetleri peydah oldu. Bizim yazlık kendi sosyetesini yarattı, ben de "oha" oldum bir daha bu yeni kuşağa. Bizden ne kadar farklılar yahu.15 yaşındayken 25 görününce, 30 yaşında da 40 görüneceğinin de farkında mı acaba bu kuşak?

Pazar günü gelip çatınca tuttuk Balıkesir-Körfez Havalimanımızın yolunu. Bu havaalanı hep vardı, ama uçakla yolculuk halka uzak olduğundan bir türlü geliştirilememişti ve sadece küçük uçaklar kullanabiliyordu. Uçak yolculuklarının yaygınlaşması, güzelliğini geç farkına varan Ayvalık'ın silkinip kendine gelmeye başlaması, yazlıkçılarda artan nüfus, sanıyorum bu havalimanı pistinin genişletilmesini sağladı. Balıkesir-Körfez Havalimanı Edremitte. Yazlığa 40 dakika mesafede. Yıllar yılı en az 10 saatte gidip geldiğimiz bu yolu toplamda 2-2,5 saatte alacak olmak benim için çok heyecan verici. İşin duygusal boyutunu geçersek, Balıkesir-Körfez Havalimanına bit kadar iç hatlar binası yapmışlar. Girişte standart olarak xrayden geçiyorsunuz sonra bizim salon kadar bir alanda bir anadolu jet gişesi bir de bora jet gişesi var. Alan o kadar küçük ki check-in sırasına girmek bile çok zor, hatta o dar alanda bir sıra oluşturmak için baya bir zikzak çizmek gerekiyor. Havasız mı havasız bir yer. Ay dedim burda beklenmez en iyisi giriş yapayım ben. Bir daha geçtim xrayden anam bir de baktım orası diğer mekandan daha küçük. İnsanlar üstüste, sanırsın ki insan ticareti yapan adamların kaçakları gizlediği yer burası, birazdan uçak gelecek ve hep sefalet içinde yaşamış bu insanları rüyalarının ülkesine yasadışı götürecek, o derece. Neyse biniş zamanı gelince kapı açıldı ve Balıkesir-Körfez Havalimanı bir skandala daha imza attı, bir görevli avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı: "Sayın Yolcular, havalimanımızda henüz elektronik eşleştirme olmadığından teslim ettiğiniz bagajları uçağa koyamıyoruz. Şimdi biz bagajlarınızı sağ tarafa dizdik, geçerken bakıp bu benim diyeceksiniz ve buna göre bagajlar uçağa koyulacak. Diğer bagajlar güvenlik nedeniyle uçağa alınmayacaktır." Biz kaçaklar "puhahah" olduk tabi. Ama herkes kuzu kuzu "mavi olan benim", "şurdaki laci benim" dedi. Kapıdan bir çıktık ki, pilot resmen uçağı kapının önüne çekmişti, iki adımda biniverdik ve uçağın bulunduğu alanın yan tarafındaki tellerin arkasında yolcu yakınları duruyordu. Böyle annene el sallayabiliyorsun felan uçağa binerken. Komik bir yolculuktu işte, bütün komiklikleri geçtim de, bütün havayolları koysun uçağını bu hatta, rekabet olsun, fiyatlar düşsün. Yıllarca 11 saat gittiğim yolu 1 saatte gitmek, yorulmamak, ayakları şişmemek ne güzelmiş. 

22 Temmuz 2010 Perşembe

Çatıkatı Aşıkları - Şükran Yiğit

Romanın baş karakteri Süreyya Hanım 60 yaşlarında Istanbulda yaşayan ve bir mahalle kırtasiyesi işleten bir teyzedir. Süreyya Hanım'a daha romanın başında kanım kaynadı, çok sevdim. Okurken sürekli Süreyya Hanım karakterini Nazlı Eray'ın kendisi gibi hayalimde canlandırmışım nedense, cayır cayır yanan kırmızı saçları ve gülen gözleriyle kırtasiye işleten Süreyya Hanım...aslında romanda böyle bir betimleme de yok Süreyya Hanım'a ilişkin.Roman Süreyya Hanım'ın 2 tane çatıkatı dairesi için dükkanının kapısına kiralık ilanı yapıştırması ile başlıyor. İlan öyle sıradan bir ilan da değil, "Güneyli Bayan" ve "Niteliksiz Adam" arıyor Süreyya Hanım. Sanırım daha romanın başından böyle uçuk bir kadın olması bana Nazlı Eray'ı hatırlattı. Süreyya Hanım kiracılarını bulur, Laden ve Mercan. Çok akıllı ve entel bir çaycı olan Mercan'a kanım tamamen ısınmışken, böyle tüm roman boyunca anlamadığım bir takım tripler peşinde olan Laden karakterini hiç sevmedim. Bir de Berrin Hanım karakteri var ki, tam bir kırık. Süreyya Hanım'ın Berrin Hanım'ı tersleyerek dükkanından  kovmasıyla birlikte heyecanlı olaylar dizisi başlar. Bu heyecanlı olayları çözmeye çalışırken Mercan, Laden ve Süreyya Hanım çok güzel bir dostluk kurarlarken, geçmişleriyle de hesaplaşırlar. Çok sade ve akıcı bir dili var, rahatlıkla okunuyor. Bir aşk romanı olmaktan uzakken neden "Çatıkatı Aşıkları" gibi bir isim seçilmiş romana pek anlamadım aslında. Kapak tasarımı da romana uygun olmuş, karlar alrında 2 camlı bir çatıkatı, camın birinde bitki var diğeri boş, çok güzel. Şükran Yiğit'in diğer kitaplarını da okuyacağım. Yazarın bir de günlüğü var , http://metrogunlugu.blogspot.com/
..........
“Ben”, diye söze başladım, sizden hiçbir şey saklamadım. Ben, sadece hatırlayacak gücü bulamadım. Hatıra dediğimiz şey, şu bizim sokağın başında restore edilen ev var ya, işte aynı o ev gibi bir şey. Önce olanı korumaya çalışıyor insan, öyle kalsın istiyor, öyle kaldığını düşünüyor, gönlünden geçenle arkasında bıraktığını bir zannediyor, ama sonra başka bakışlar, başka hatıralar, başka hayatlar giriyor araya ve bir de dönüp bakıyor ki, artık yıkık dökük bir evde oturuyor. O zaman başlıyor evi kıyısından köşesinden onarmaya. Merdivenleri yaptırıyor, yaptırırken iki basamak eksiltiyor. Penceleri boyatıyor, yine eskisi gibi yeşile boyatıyor ama biliyor o yeşilin eski yeşil olmadığını.
Sonra yeni kapılar yaptırıyor, ufak tefek onarımlara girişiyor, balkona çiçekler koyuyor ama nafile... Bir türlü çürüyen ahşabı yerinden söküp atamıyor. Bir gün nihayet anlıyor ki, her şeyi yıkıp yeniden yaptırması lazım. Ama buna da gücü yetmiyor. İşte insan o zaman, zihni büyük bi şantiye, hafızası ise sürekli bir inşaat halinde yaşıyor ve bir tabela asıyor girişe: ‘İnşaata girmek tehlikeli ve yasaktır.’
............
İleşitim Yayınları, 1. Baskı, 2008, 251 sayfa

20 Temmuz 2010 Salı

Bizim sokakta bir adam var..

Uzun zamandır işten eve dönerken bizim binanın bir iki blok aşağısında karşılaştığım bir adam var. O yukarıdan ben aşağıdan geliyor oluyorum hep. Bazen de alakasız zamanlarda karşılaşıyoruz ama hep ters yönlere giderken. Belli ki bizim buralarda oturan bir komşu. Yaş büyüdükçe insan etrafına karşı daha mı meraklı oluyor ne, 20 lerimde bekar evimde yaşarken yan komşusunu tanımayan ben şimdi oturduğum sokakta insanları tanıyorum falan. Bu esmer uzun boylu adam siyah sırt çantası hep omzunda, temiz pak kot pantolonu ve mevsimine göre tişörtü veya sweatshirtü üstünde ya evden işe ya işten eve gider. Düzgün tipli bir adamdır, hafif uzun, azıcık kırlar düşmüş dağınık saçları, uzun karizma suratı ile Yükselde veya fotograf sanatı kurumlarında takılan 40 larındaki entel adamlara benzer, arada bir göz göze geldiğimizde "amanın ben evliyim beaa" şeklinde yere bakmalarım olur(du). Geçenlerde ya bu adam çıktığı yerden geç çıkmış veya ben işten erken gelmiş olmalıyım ki her akşam karşılaştığımız yerde değil de bizim apartmanın önündeki çöplerin üst üste atıldığı mamak şehir çöplüğünün minyatürü haline gelmiş kaldırımımızda gördüm bu adamı...adam çöpleri karıştırıyordu. Ben kaldım mı öyle mal gibi. Eve gittim böyle bir mala bağladım, çöp karıştıran adamlarda çöp karıştıran adam tipi olur, tinercide tinerci tipi olur, maganda da maganda tipi olur değil mi. Sonraki günlerde ben bu adamı bir kaç defa daha çöp karıştırırken gördüm, bir de böyle ucundan dokunma falan da değil, adam düpedüz çıplak elle dalıyor böyle çöp torbalarına, yırtıyor, dağıtıyor, elini sokup karıştırıyor falan. Bir iki gün önce ise, yine tam bizim orda iki sokağın kesiştiği yerden karşıya geçeceğim, jipin biri önümden geçti ve, flaş falş flaş bizim entel çöpçü jipi kullanıyordu. Hani dedim acaba şöför mü ama yok arka koltuk da boş. Kaldım ben böyle, elin yüzün düzgün, giyimin kuşamın normal, bir de jip kullanıyosun, peki ne bok yemeye evin önündeki çöpleri karıştıyorsun. Diyelim ki kleptomani gibi birşeyden muzdaripsin, çöp karıştırmadan duramıyorsun, bari öyle dağıtma yaa, entel entel dağıtmadan etrafı pislemeden karıştır değil mi, şöyle çöp karıştırırken bile karizma diyelim...demin yine gördüm balkondan asabımı bozdu manyak.

18 Temmuz 2010 Pazar

Un Giorno Perfetto

Bu filmi indir de seyredelim, çok güzel bir film diye başımın etini aylarca yedi sevgili arkadaşım, hiçbir yorum okumadan indirdim, hadi dedim, oturduk bir gece seyrettik. Sonra gecenin bir yarısı öyle göt gibi kaldık. Bir süre yatamadık, yattık uyuyamadık. Yorumlara falan baktım da, filmi beğenenler parmakla gösterecek kadar az. Peki biz niye beğendik, hayatımızın bir döneminde böyle hastalıklı aşklar yaşadığımız, Emma'da kendimizi bulduğumuz için mi? Evet, etkisi olabilir ama sadece o değil sanırım. Oyuncular çok iyiydi, rolleriyle bütünleştirebildim izlerken. Isabella Ferrari nasıl karizmatik bakışlı bir kadındır, bir de 64 doğumluymuş inanamadım. Bir de çok tarafsız çekilmiş bir film olduğunu düşündüm, ne kadını, ne erkeği savunan, olaylara ilişkin yorum beyan etmeyen, izleyiciye bırakan düz bir filmdi işte. Sakin sakin ilerleyen, sadece bir sahnesinde hiddetlenen filmin böylesine trajik bitmesini hiç beklemiyordum. Sonunda mosmor oturup kaldığım birkaç filmden biri oldu bu kısacası.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Deneme bir kiiii, bir ikiii

6 aydır o ülke senin o ülke benim gezmedim tabii, ot ot Ankara’da durdum, ot ot işe gittim, ot ot eve geldim, çok sıkıldım, çok bunaldım, çok içki içtim, sigara da içtim, kocamla sürekli kavga ettim, kızıma ilgide kusur ettim, hiç kitap okumadım, hiç film izlemedim, hiç fotoğraf çekmedim, gece hep geç yatıp sabah erken kalktım, çok aksilik yaptım, kardeşim askerdeydi özledim. Sonra bu ruh hastası durum geçti.

Artık ilgi göstericem sana sevgili günlüğüm….

Çok meraklı ve pis dedikoducu iş arkadaşlarım binbir kombinasyonlu google aramaları sonucunda günlüğümü keşfedince sınırlandırmıştım, şimdi adresini de değiştirdim. Ohhh. Şimdi bulun bakalım. Bulursanız yine değiştiririm, daha iyisi iş değiştiririm belki hepimiz kurtuluruz. Sadece para kazanmak için gidiyorum zaten oraya da, para vermeseler gitmem. Burada bir şey olacağım da yok, kadınlara eksik etek muamelesi yapan bütün yöneticilerin erkek olduğu, bu nedenle kaba saba muhabbetlerin eksik olmadığı, ve hala anlayamadığım bir çalışan profiline sahip bu şirkette ben ne olacağım allasen. İçinde bulunduğum kariyer durumuna bakarsak alenen görebiliriz ki kaç yıldır aynı işi, çok da iyi yaptığım halde hala bir halt olamadım. (halttan kastım şudur, bunca senedir çalışıyorum bir yönetici müdür bişi olayım di mi) İşşiz olduğum zamanlarda şansım hep yaver gitmiştir benim, uzun süre işiz kalmamışımdır, hemen cuk diye iş bulmuşumdur. Ama çoğunlukla yanlış kararlar alarak bu şansımın içine de etmiş, yanlış ellerdeki kör baltalara sap olmaya çalışmışımdır. Bu yaştan sonra torpilim olmadan bir halt da olamam, üç kuruşa “he” diyen yeni mezunlar varken beni napsınlar, zaten bütün bir ofise tıkılmaktan da nefret ediyorum, sosyal gezenti bir insanım ben kardeşim. Böyle bir kafem olsun mesela, çay kahve yapayım, çeşit çeşit insan göreyim. Aslında barım olsun isterdim ama o iş zor mafyası falan vardır, uğraşamam. Ee bunlar da parasız olmaz. Lütfen kocam çok para kazansın, o çalışsın ben oturayım, amin. Konu saptı gitti, bunları başka başlıklar altında sonra yazayım ben en iyisi. Sonuç olarak buradayım artık.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...