21 Ekim 2007 Pazar

The Fountain

Ben bir aşk filmi olduğunu düşünürken internette yaptığım birkaç okumadan sonra aslında bu filmin bir bilim kurgu olarak geçmesi neyi gösteriyor acaba, filmi seyrederken çok da anlamadığımı kendime itiraf etmiştim zaten ama... İlk yarım saatini öf pöf diye seyrettiğimiz fakat koltuktan kalkıp da cd yi değiştirmeye üşendiğimizden, zaten daha sonra da filmin ilginçliğinden ve bizi sarmalamasından kelli sonuna kadar seyrettik. Ve taaaa ertesi akşam kocayla birbirimize ne güzel filmmiş diyebildik. Filmin yönetmenlerinden biri olan Darren Aronofsky'nin 1998 yılında gösterilen Pi'nin yönetmeni olduğu da ortaya çıkınca filmi neden çok da anlamadığımız ortada aslında. Anlamamaktan ziyade yazılmış tüm kritiklerin aksine ben bambaşka anlamışım, ne anlamışım, şöyle ki geçmişe yönelik anlatılan hikaye Tomas'ın karısının yazmış olduğu roman, şimdiki zaman zaten şimdiki zaman, geleceğe yönelik anlatılan hikaye ise Tomas'ın karısının kitabının sonunun nasıl getirdiği. Ve aslında tüm zamanlarda süregelen bir ölümsüzlüğü arama macerasının anlatımı. 3 farklı zamanın anlatımını bilim kurgusal olarak değil de gayet duygusal olarak yorumlamış olmamı hamileliğime mi versem ne yapsam...Seyredilmeli diyorum, belki bir kez daha ucundan kıyısından ısırırız bu filmi de daha iyi anlarız.

5 Ekim 2007 Cuma

Hop hop gezememek, sek sek sekememek...

Karnımın bu kadar büyüyeceğini düşünmemiştim açıkçası. Oturduğum koltuklardan kalkamayacak, sağımdan soluma zar zor dönecek, yarım saat yürüyüşün ardından yorulacak, başımı koyduğum her yastıkta uyuklayacak hale gelmek beni çok bozdu ne yalan söyleyeyim. Her yere koşarak giden, koç burcunun tüm enerjisini bünyesinde toplayan, hamileliğin bugününe kadar da bar bahçe gezen ben hamileliğin son 20 gününde bu hale geldim işte. Aslında hala dirençliyim ki geçen gün Kızılay'da 4 saat gezmişim, hala evde harıl hurul tercüme yapmakla uğraşıyorum sıkılmayayım diye ama... yok yok nerde eski enerjim, aslında içimde o enerji yerli yerinde duruyor ama bedenen mümkün olmadığından durum sıkıcı bir hale geliyor. Bir de çok fena kabuslar görmeye başladım, böyle abuk subuk, moral bozucu. Sabırsızlanmaya başladım(k) artık, doğsa da sevsek moduna girdik karı koca. Annemle hastane bavulumu hazırlamaya başladık, nispeten tamamladık sayılır, o da garip bir duygu oldu. Aniden doğuracak olursam o bavulu nasıl taşıyacağız pek anlamadım, çünkü benim tatile giderken içine herşeyi doldurduğum bavullara benzedi kendisi ama neyse, söylenenlere göre içindeki herşey lazım oluyormuş. Ben bebeği sakin tutmaya çalışıyorum aman sezeryanı bekle diye, annem sesleniyor "aman hayırlısı olsun kızım" diye. Ee orası öyle, hayırlısı o ise öyle olsun napalım. Zaten ben hem sezeryandan hem de normalinden tırsıyorum ya, orası ayrı. Hastaneye yatacak olmak bile tümden rahatsız ediyor ya beni, hayırlısı olsun...Kucağımıza alalım da biz bebeğimizi gerisi hallolur herhalde..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...