3 Eylül 2012 Pazartesi

Eylül..

Herkes sonbahara hazırlanıyor. Biz ise havanın nemden arınıp sıradan bir sıcağa bürünmesine, hafif hafif esmesine, sıvı halde değil katı halde gezeceğimiz, yana yana değil de yaya yaya denize gireceğimiz günlere hazırlanıyor, 1 Eylül itibariyle klima karşısındaki koltuğa devrilip geviş getirmekten balkondaki sandalyelerimize doğru terfi ediyoruz. Taşındığımızdan bu yana bu ikinci yaz mevsimim burada geçirdiğim. İtiraf etmeliyim, geçen seneye göre bir tür evrim geçirmiş olmalıyım ki, hiçbir efor sarfetmediğim durumlarda bile şıpır şıpır döktüğüm terden eser yoktu bu sene. Deyim yerindeyse, sanırım derecelerin kırkı gösterdiği ama hissedilenin neredeyse altmışbeş derece olduğu nemli mi nemli bir iklimde teri akmadan yaşayabilen bir mutant oldum artık. Ayrıca, bu yaz bir günlüğüne gittiğim Ankara'da yaz günü üşüyüp hırka giymem de artık ne derece tropikal iklim kadını olduğumun da göstergesi olmalı. Sen bir şehirde onyedi sene yaşa, ayrıl, bir sene sonra git oraya yaz gününde hırka giy...arkadaşının evinde "amma da küçükmüş evlerin camları burda be" de, "aaa apartmanların üstündeki de ne, çatı mı" diye şamşır kendini... insan nasıl da alışıyor yeni koşullarına... ben alışmak istediğim için alışıyorum...istemeyen için durum kötüdür muhtemelen. Neyse, ne diyorduk... İpini koparan tatilcinin geldiği sahillerin boşalıp bize kalmasına çok az kaldı bir de. Okullar birer birer açılırken tatilciler evlerine dönüp bir sonraki yaz tatillerinin hayallerini kurmaya başlarken sahiller bize kalacak. Torununu torbasını anne babalarıyla evlerine gönderen emekli anneanneler, babaanneler, dedeler ve  bizim gibi beş on kişi daha. Üç beş kıronun da evlerine döneceğini umuyorum tabii...Sonbahar buraya fiziken gelmese de, takvimlere göre Eylül ayı bir sonbahar ayı, bu nedenle yaz bitti teorik olarak...opera açılıyor, fotoğraf dernekleri açılıyor birer birer, etkinlikler başlıyor birer birer...yeni yayın dönemi de başlıyor ama onla alakam yok benim.

Evin kuzusu da dönüyor bugün tatilden. Evet, artık ciddi ciddi özlemiş, bu sallapati yaşanan çocuksuz annelik durumundan da baymıştım; hatta geçen gün havuzda elimde biram kitap okurken (bütün bir sene hayalini kurduğum an da diyebiliriz), kitabı bir kenara bırakıp "amaaan kuzu gelse de şurda tepinse bana da kitap okutmasa" bile dedim ne yalan söyleyim. Benim ki de öyle bir annelik işte varken şikayet yokken şikayet..

Hani şu özel okul mu devlet okulu mu karmaşam vardı...özel okula gidecek... 4+4+4 den yırttık... bu sene ilkokula başlamıyor. Devlet okuluna göndermek yemedi, yine de birkaç kokoş özel okulun içinden en mütevazı olanını seçmeye çalıştık. Fiyatlar birçok büyük şehire göre burada çok daha uygun, yoksa halen Ankara'da yaşıyor olsaydık eminim ki gönderemezdik. Bu okul mevzuu geriyor beni, ben okula hiç istemeden gittim hep, ondan olabilir belki. Çok sıkılırdım derslerde, inanılmaz. Bir tek Sezen öğretmenimiz vardı,rahmetli, onun Edebiyat derslerini severdim, hatta bana okumayı o sevdirmiş bile olabilir ben farkında olmadan. Nasıl güzel anlatırdı...neyse, öldü zaten, vakitsiz, gerek yokken, ama kendisi öyle istedi. Neyse...kuzu bana benzemese de babasına benzese...okulu dersleri sevse...

Kuzu buradayken, ben işten gelince sitenin bahçesine iniyorduk, parka. Geçen sene, yeni taşındığımızdan ve  "komşuluk da neymiş, herkes işinde gücünde, sabah gidiyorum, akşam geliyorum zaten" diye düşünen büyük şehirde yaşamış  asosyal insanlar olduğumuzdan kelli ben parkta oturup kitap okuyor, kuzudan başka kim nerde ne yapmış umurumda olmadan kitabıma gömülüyordum. Şikayetçi miydim...hayır tabii ki. Çalışan bir anne için parkta oturup çocuğu oynarken kitap okuyabilmek nasıl bir lüks anlatamam. Ev işinden ve yemek yapmaktan çakmayan bir anne için parkta oturup çocuğu oynarken diğer annelerle sohbet etmemek de ne büyük bir lüks onu da anlatamam. Ben bütün bu lüks içinde musmutlu yaşarken, ve kimseyle tanışmamak için en uzaktaki banka otururken, kendimi diğer annelerin birbirlerine anlattıkları patlıcan yemeği tariflerini dinlerken bulmam çok uzun sürmedi tabii. Kuzular birbirleriyle arkadaş olunca annelerin de konuşması gerekmiş meğer. Birkaç ay nereden geldiğimizi ve niye geldiğimizi sordular, kuzu kuzu anlattım. Sonra birbirimize gelip gitmeler başladı, bahçede beraber takılmalar. Ve kaçınılmaz bir son olarak ben parkta kitap okuyamamaya, meraklı gözler altında yaşamaya başladım. İnsanlar çok meraklı burada, ben ise fazlasıyla huysuzum ve onlara bir patlıcan yemeği tarifi bile veremiyorum. Shakespeare okumuşum orjinal dilinde, Ayşegül Hoca'nın sınavlarına girmişim ama  gel gör ki bu ev hanımlarının yanında "ben patlıcanı böyle de yıkarımmm" diye havamı atamıyorum, eziğim yani bildiğin ezik. Şimdi ben bu kuzu yokluğunda herkesle komşuluk iletişimimi kestim attım, onlar da beni attılar zira kimse arayıp sormadı. Konu saptı gitti yine ya... Meraklı diyordum meraklı... ben mesela, komşum bugün ne yaptı diye merak etmem, üst katta birbirlerini yeseler sormam "kocan sana ne yaptı da dün akşam ağzına ettin diye", evet birbirini merak etmeyen her koşulda hayatı kendisine yaşamaya şartlı insanların arasından kopup geldim de, anlatmak isteyen anlatır kardeşim sormama gerek mi var... diye düşünürken ben ve konu komşunun sorduğu abuk sorulara kaçamak cevaplar verirken, üst çaprazımızdaki komşumuzun sürekli balkonumuzu gözetlediğini parktaki sohbetlerden birinde aynı kadının "balkondaki çiçeklere de eşiniz ne güzel bakıyor, her gün de suluyor" demesiyle keşfettim. Aynı kadın geçen aylarda beni yolda kıstırıp "balkonda oturuyorsun yalnız yalnız kahveye gelsene bana" deyince "gerizekalı mısın ben kitap okuyorum orda" diyemedim tabii ve acı gerçekle tekrar karşılaştım...evet, kadın balkondan bizi gözetliyordu. Biz de ne yaptık...aldık masamızı sandalyemizi, onun göremeyeceği öbür köşeye çektik-buralarda balkonlar büyük oluyor, sıcak iklim ne yaparsın? Neyse, şimdilik bizi göremediğini umuyoruz, görmek istiyorsa illa ki balkonda düşme ihtimalini göze alması ve biraz sarkması gerek. Kuzu da geliyor şimdi...parka inmek gerekecek........

Neyse....başka başka neler var...

Utandığım bir konu...bundan iki sene önce...kocanın hastalarından biri...kadın...arıyor soru soruyor her normal hasta gibi...ama ben de hastayım o günlerde...ruh hastası babında...diyorum ki "ne arıyor bu kadın seni zırt pırt"...benim koca da gidiyor bunu o hastasına söylüyor...yıl geçiyor üstünden...biz bu kadınla sosyal paylaşım ağlarından birinde birbirimizi takibe alıyoruz (hayır feyzbuh değil)... ben tabii salaklığımdan anlamıyorum ki bu kadın o kadın...ama o anlıyor, evet, bu kadın doktorumun yelloz mu yelloz mahalle karısında hallice karısı diye...neyse...bana bir mail attı şimdi biz birbirimize yorum yapıyoruz falan ama ben senin kim olduğu biliyorum diye, benim gibi bir yelloza yazılabilecek en naif ve şirin kelimelerle...ve bende bir yellozdan beklemeyecek kadar saf ve temiz cevap yazdım ama utancımdan mosmor kesilmiştim aynı bir patlıcan gibi-patlıcanlı yemek tarifi yapamıyorum ama itinayla bir patlıcana dönüşebiliyorum bu da bir şey-...neyse... biz bu kadınla bu yaz kanka olduk, iyi mi....öyle böyle kanka da değil... üç gün üç gece birbirimize aralıksız hayatımızı anlatacak derecede...hayat acaip tesadüflerle dolu..inanılmaz...ama o da başka şehirde yaşıyor...kötü....

Duman büyüyor, ona bakmak büyük bir keyif, insan bir hayvanı çocuğu gibi sevebiliyormuş meğersem, hani "biri kılına zarar verse, acımam gebertirim" gibi anaç bir tavırla, bir hayvan bir insanı annesi gibi sevebiliyormuş meğersem, hani "bana zarar vermez, gidip azıcık yılışayım" gibi bir tavırla... bir yere çağrıldığında "yok Duman bekler" demek diye bir durum varmış. Çocuğumun altını değiştirir gibi, tutamayıp da salonun ortasına yaptığı kakasını dırdırlanmadan silmek varmış. Duman'lı maceralarımı ayrıca yazacağım zira çok ciddi maceralarımız var...

Azıcık bir sonbahar moduna gireyim dedim, ama sağımdan ışıl ışıl güneş vuruyor be...hava açık..mis gibi...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...