27 Şubat 2008 Çarşamba

Ağlak bir yazı...............

Aktif olarak çalışmadığım (evde tercüme yaparak pas tutmamı engellemem ve eve birkaç kuruş katkı sağlamam dışında) dönem boyunca hamileliğimin büyük bir kısmını ve kızımın ilk 4 ayını kimi zaman hafif maddi sıkıntı yaşayarak ama çoğunlukla buna göğüs gerip biraz da aile desteği alarak, paranın taaa biyerine koyiim diyerek yüzümden eksik etmediğim kocaman tebessümümle geçirmeye çalıştım. Sonuç olarak güleryüzlü bir kızım oldu, kimseler ağlatmasın inşallah... Arada bir "artık işe başlasam ben... yaş ilerlemeden, bilgiler tecrübeler küflenmeden bir yerden yeniden elime alsam işimi, paramı kazansam, aileme daha fazla katkım olsa, evde de sıkılıyorum arada bir" şeklinde gelen hezeyanlara karşılık harekete geçtim. Biraz olsun mürekkep yalamış kadınlarız ya, bu nedenle de kendimizce biraz kariyer yapmışız ya, ardından evlenip bir de çocuk yaparak çok ağır bir sorumluluğu omuzlarımıza da aldıktan sonra ve kendi kilomuzun onbeş kat fazlasını ayaklarımız üzerinde taşımaya devam ediyor olmak yetmeyince, herşeye rağmen modern kadınlık kaşıntılarım nüksetti. Dahası, kimseler alınmasın ama tüm meslek gruplarından kat kat fazla ve insanüstü bir performansla, hatta insan haklarına aykırı bir tempoyla çalışan kocama sağlık bakanlığımızın uygun gördüğü ...ötüm kadar maaş da haliyle yetmeyince, iş başvurularımı yapmak kaçınılmaz oldu.

Candan da canandan da vazgeçmek istemeyen gönlüm güzel bir iş bulmayı dilese de, bir yandan da kızını bırakmak istememekte ve kızını terkedecek kötü anne hissiyle için için savaşmaktayken, gittiğim ilk iş görüşmesinde yeni anne olmamın işyerine ve işlerime getireceği engeller hiç anne olmamış ve olamayacak olan erkekler tarafından üzerine basıla basıla vurgulanınca, bir kadının mezun olduktan sonraki 10 yılının bildik, kısacık, acıklı özeti kafama dank etti: "İlk mezun olduğunda ucuza çalışır bu yeni mezun diyerekten, o işten bu işe balıklama atlayan genç ve enerjik kadın, yaşı ilerledikçe özgeçmişinde yazan orda çalıştım bunu yaptım burda çalıştım şunu yaptım diyerekten övgüyle yazılmış özgeçmişini bir kenara bırakıp işverenlerin "evlenmeyi düşünüyor musun sen bakıyım" şeklindeki sorularıyla karşılaşınca hayalkırıklığına uğrar ve mecburen "hayır" der, ve belki planlarını erteler veya belki patronunu kandırır; ve maalesef bunu yapmak zorundadır çünkü bu lanet olası bu düzende evli kadın olmak kötüdür ve fazla mesaiye kalmayacağınız anlamına gelmektedir. Biraz daha zaman geçer, evlenir ve yine başka bir iş görüşmesinde "çocuk planınız var mı" diye sorarlar ve şöyle haykırmak ister kadın "okur yazar bir kadınım, keşke izin verseniz de 5 tane doğursam, benim gibi bu millete hayırlı olacak aydın 5 insan daha olsa" ama diyemez çünkü bu lanet olası bu düzende çocuk yapmak da fazla mesaiye kalmamak ve işe gereken ilgiyi göstermemek demektir. Yani, evlenerek birinci, çocuk yaparak ikinci hatasını yapmıştır bu kadın, oysa ki hepsini birarada yürütmek ..öt ister... bilmezler....

Bu sabah geldi telefon, benimle çalışmak isterlermiş. Yanlış anlaşılmasın, ben de istiyorum. Pek sevindiğimi belirtip, gerekli detayları görüştükten sonra, sessizce kızımın odasına gidip yanına yatıp hüngür şakır ağladım. Deniz ise baktı baktı güldü bana. Bir süre ben ağladım o güldü, o güldükçe ben daha çok ağladım, içimde koparıp atamadığım terkediyormuş hissi. Nasıl bir bağlılıksa bu, nasıl bir sevgiyse ve ne tür özel bir duyguysa annelik, bugün en yoğununu yaşamakta ve bu yazıyı yazarken ağlamaktayım. Pazartesi sabah erken kalkıp en şıkırından iş kıyafetimi giyip, kızımı emzirip ve onu anneannesine, beni de büyütene emanet ederek, gözüm değil de gönlüm arkada kalarak, bütün gün özleyeceğimi de bilerek ama kendimi işime vererek sabahın kör vaktinde evimden çıkıp işe gideceğim. Arada bir gizli gizli cep telefonumdan kızımın fotoğrafına bakacağım, ruhumda depoladığım kokusunu burnuma salacağım. İşimi seveceğim, ve kızımla geçirdiğim vaktin niceliğine değil niteliğine önem vereceğim. Bir süre sonra alışıp, hem anne, hem eş, hem de çalışan kadın olarak ermişler mertebesindeki yerimi alacağım.

Söylemiştim, bu, terkediyor olma duygusuyla başetmeye çalıştığından kelli duygularını bir miktar abartan, acemi bir annenin kaleminden akan ağlak bir yazı....

16 Şubat 2008 Cumartesi

Emziren Annenin Faydalı Notları..

İlk doğum yaptığımda sütüm olmasına rağmen Deniz 'i emzirememiştim, ya onun ya benim ya da hastanede 1-2 defa biberonla besleyen gerizekalı pediatrist çömezin beceriksizliğiydi... bilemiyorum (burada bir not koymak isterim, çocuğu olmayanları pediatrist yapmasınlar bence, çünkü bekara karı boşamak kolay misali oluyor...) Neyse, sinirlenmeyeyim şimdi tekrar. Makina ile sütümü sağıp kızıma yine içiriyordum fakat bu durum yine de kendimi kötü hissetmeme engel olamamıştı. Emziremiyor olmak çocuğuma bakamadığım gibi bir suçluluk duygusunu da beraberinde getirince, azmettim ve bu nedenle çok da fazla yoruldum fakat sonunda Deniz ile bu işi başardık. Yaklaşık 3,5 aydır Deniz sadece anne sütüyle besleniyor, umarım öyle de devam eder. Tabii bu süre içerisinde edindiğim bu tecrübeyi devam ettirebilmek için dikkat etmem gereken şeyleri de fazlasıyla öğrendim. Evet, süt gelmesi doğumla birlikte otomatik olarak kendiliğinden gerçekleşen bir olay fakat bunu devam ettirmek çoğunlukla annelerin elinde. Lohusalığın stresi altında ve hamilelik ertesi üzerinize çöken yağmur bulutlarını dağıtma çabası içinde bir de buna dikkat kesilmek oldukça zor görünse de yeterli konsantrasyon sağlanırsa başarılabiliyor.

Anne sütünün hem bebeğe hem de annesine olan faydaları:

- Anne sütünün sağlığa ilişkin sayısız faydası birçok web sitesinde yazmakta. Bunların herbirini tek tek yazmaya gerek yok, bende başka sitelerden okudum. Fakat, gözümle gördüğüm faydalar şunlar, anne sütü alan bebekler mama alanlara göre daha az hastalanıyorlar, etleri daha sıkı oluyor.

- Bebek ile anne arasındaki iletişimin güçlendiği kesinlikle doğru. Hele bir de 3. aydan itibaren gözünü kaldırıp size ordan yan gözle bakması, hafifçe sırıtması yok mu, hiçbirşeye değişilmez. Bir de emzirirken parmağınızı tutar ki, o anki duyguları kelimelere dökmek neredeyse imkansızdır.

- Anne sütünü hazırlama zahmeti yok, ekstra bir masrafı yok. Gittiğiniz her yerde kolaylıkla doyurulabiliyor bebekler. Tüm restoran ve alışveriş merkezlerinde emzirme odaları var (başka bir yazının konusu). Temizliğinden endişe duymadan, sıcaklığını ölçmek durumunda olmadan bence en kolay besleme yöntemi. Burada itiraf etmem gereken bir durum var, ilk 3 ayın en zor besleme dönemi, uyku uyumak hayal oluyor, tahmin bile edilemeyecek kadar çok yorucu oluyor fakat, eğer bu üç aya dayanılabilinirse devamında çok rahat ediliyor.

- Anne için ise en çok duyduğum emzirmenin göğüs kanseri riskini çok düşük seviyelere çektiği. Alenen tecrübe ettiğim ise, kıtlıktan çıkmışcasına yemek yiyor olmama rağmen kilo almıyor olmam. Tabii burada şöyle kısır bir döngü mevcut, emzirme nedeniyle rejim yapamıyor ve hamilelikten bana hediye olarak kalan kilolarımı veremiyorum, rejim yapamıyor olmama ve halen çok yiyor olmama rağmen kilo da almıyorum.

Süt yapan besinler, dkkat edilmesi gerekenler...

- Tüm besinlerden önce sütün azalmaması ve kesilmemesi için moralin yüksek tutulması gerekiyor. Gerçekten de üzüntü ve hatta birazcık hüzün bile sütün azalmasına neden oluyor. Ben denedim gördüm :) Emzirme dönemi boyunca, ve bence artık anne olunduğu için çocuğu mutlu bir birey olarak yetiştirmek adına her zaman, elde olmayan nedenleri de dışında tutarak, mutlu olmaya çalışmak, gereksiz mutsuzluk ve üzüntülerden kaçınmak gerekiyor. Evet bazen çok zor oluyor, hiç alışık olmadığınız bir süreçten hamilelikten bu yana geçmekteyken, herşey sizden çok uzakta gibi görünürken morali yüksek tutmak zor olabilir, ama oluyor :) Bir de bol bol uyumak gerekiyor, vücut dinlendikçe süt üretimi farkedilir ölçüde artıyor.

-Gelelim besinlere, bir numaralı süt yapan yiyecek olarak, sütümün azaldığını hissettiğim durumlarda yardıma hızır gibi yetişen yiyecek "tahin helvası"dır. Koca, her ne kadar helvanın tatlı olduğunu ve onu yemenin ardından susayarak su içtiğimi ve aslında suyun süt yaptığını iddia etse de öyle değil biliyorum. Tahin helvası süt yapıyor kardeşim, budur...

- "Soğan"; bir ara gerçekten de kokarca misali gezerken ve beni kızdıranlara okkalı bir "hhooohh" çekerek bayıltırken sütüm de bol bol geliyordu. Genelde yeşil soğan diyorlar ama ben her ikisinin de sütü arttırdığını tecrübe ettim, ama yine de çok abartmadım zira "sütün soğan kokar" da diyorlar..

-"Rezene çayı"; rezene çayının gerçekten de bulana köşeyi döndürtmüş bir çay olduğunu düşünüyorum. Fakat, emziren annelerin ve bebeklerinin içtiği markette satılan bildiğimiz poşet olanlarından değil, eczanelerde satılan milupa ve humana markalarının bebeklerin direkt olarak içmeleri için özel ürettiği çaylardır. Doktorumuz bu çayı Deniz'e verebileceğimizi söyledi ama ben ona vermiyor kendim içiyorum, benim mideme iyi geliyor ona da sütümden geçiyor. Harikalar yarattığını düşündüğüm bu çay, bebeklerin gaz çıkarmasını kolaylaştırdığı gibi süt de yapıyor. Milupa'nınki oldukça şekerli Humana'nınki ise daha az tatlı. Tercih ağız tadımıza kalıyor bu durumda.

- "Bulgur"; bulgur pilavı ve kısır favori yiyeceklerimden. Hakikaten de inanılmaz süt yapıyor, yan komşunun bebeğine bile yetecek kadar sütüm vardı birara. Fakat, Deniz'le yaşadığımız bir anıdan sonra bulgur pilavını çok tercih etmiyorum. Şöyle ki, bulgur pilavının çok süt yaptığını duyan ben, öğle yemeğine tüm mahalleye yetecek kadar bulgur pilavı yaptım. Oturdum bir güzel yedim tabak tabak, sonra akşama tekrar ısıttım bir daha yedim. Sonra gece oldu, süt oldu olmasına Deniz'in karnı da tıkabasa doldu dolmasına da, kızcağız pırtlamaktan uyuyamadı bir türlü. Meğersem bulgur süt yaptığı kadar çok fena gaz da yaparmış, çok abartmamak lazımmış. Kısır nispeten daha az gaz yapıyor, artık pilavlık bulgur ile kısırlık bulgurun arasında nasıl bir fark var bilemiyorum.

- "Humana Still-Tee" bitki çayının da süt yaptığı söyleniyor, ben de aldım. Çok ciddi bir çoğalma farketmedim ama sanırım yine de faydalı.

-Besinleri alırken dikkat edilmesi gereken en önemli konu ise. Anne ne yerse, ne içerse bebeğe de geçiyor, ayrıca garip ama anne üşütürse bu bebeğe de gaz yapıyor. Bazı gaz yapıcı gıdaları, bulgur örneğindeki gibi, çok fazla tüketmemek gerekiyor, bebekte sancı yaparak uyumalarını engelliyor bu tip yiyecekler, dolaylı olarak bebek uyumayınca anne ve babaya da uyku haram oluyor.

Son olarak şunu da söyleyeyim de rahatlayayım, doktorlar "sütün olması için sadece bol su içmen yeterli başka ekstra birşeye gerek yok", eskiler ise "bol su ile sütün su gibi olur, yaramaz; yağlı olacak ki sütün yarasın" diyorlar......

14 Şubat 2008 Perşembe

Seviyorum Ulen..

Annemi, babamı, kardeşimi, kızımı, kocamı, dostlarımı, bloğumu, evimi, yaşamayı seeviiyooruum... Bugün tesadüfen mutluyum, kocam yine nöbetçi...pöf...aman zaten sevmem ben öyle sevgililer günü geyiklerini, tüm özel günlerde elde çiçek sokakta yürümekten çok utanırım nedense...genç bir bayan ve bekar iken kızlar biraraya gelir 14.Şubat'ta dışarı çıkardık, "sevgilimiz de yok ama mutluyuz bakııın, oohh oohh" diye, bir de bunu sadece biz yapıyoruz sanırdık, bekar kardeşim bugün "asıl bugün dışarı çıkmak lazım, sevgilisiz kızlar hep dışarda oluyor bugün, hehehe" deyiverdi...meğer sevgilisiz genç bayanlar bunu hep yaparmış...kadınlar bir alem, erkekler iki alem...

6 Şubat 2008 Çarşamba

Hurafe midir değil midir, değilse nedir?

Hamileliğim boyunca bu deneyimi yaşamış çeşitli yaş gruplarına mensup annelerden çok saçma ve tamamen kendi uydurmaları olduğunu düşündüğüm yaşandıkları iddia edilen hikayeler dinledim. Efenim, işte, çilek reçeli yaparken canı çeken hamile kişi bir tadına bakayım diye parmağını reçele daldırır ve tam o sırada kaynanası içeri girince ondan çekinip elindeki reçeli bacağına siler, çocuk doğunca da reçeli sildiği yerde bir iz vardır; ya da, böööle gülü içine çeke çeke koklayan hamile kişinin çocuğunun vücudunda gül izi olur, ay vallahi oluyormuş dediler, ben de o kişilerin yüzüne "aaaaa sahiden mi" deyip, yanlarından ayrılınca "peh, ne de saçma bişi" diye kıs kıs güldüğümü hatta bu kişileri bu tip inançlarından dolayı kınadığımı ve hatta küçümsediğimi itiraf etmeliyim.

Hamileliğimin 7. ayı, Ağustos, tatilden dönmüşüz keyfimiz gıcır, kocayla para çekmek için Cebeci'de caminin ordaki ışıklarda bulunan bankanın ATM sine doğru yöneldik, trafik yoğun olduğundan koca arabada bekledi ben para çekmek için indim. Uzunca bir kuyruk var. Ben kuyruğun sonundaki beyin arkasındaki yerimi aldım ve kafamı kaldırır kaldırmaz kafasının arkasındaki koskocaman böyle hafif de iltihaplı gibi o an bana çok da çirkin görünen et beni ile karşılaştım. Kafamı çevirdim diğer tarafa ama gözüm takıldı bir kere, dönüp dönüp bakıyorum et benine. Hani böyle durumlarda hemen gözünüzü kaçırırsınız ama bir kere görmüşsünüzdür ve sürekli merak edersiniz, o merak yer bitirir, öyle işte. Bu keşmekeş içinde de içimden ne geçirsem beğenirsiniz "allahım, lütfen benim çocuğumun kafasında böyle bişi olmasııın, amin, amin, amin, tövbe tövbe tövbe, ay ne düşünüyorum ben böyle yazık adama kusura bakma allahım sen sağlık ver ama yine de benim çocuğumda olmasın, tüh tüh, allah korusun, amin amin." Ve, o et beni sonraki 3 ay boyunca da nadir olarak da olsa gözümün önüne gelmeye devam etti. Hamileyken takıyor insan işte böyle abuk subuk şeylere...

Doğum yaptım, Deniz'i eve getirdik, bir kaç gün sonra ben nispeten kendime gelip de etrafımla daha çok ilgilenmeye başladığımda gaz çıkarmak için annemin dizine yatırdığı kızımın kafasının arkasındaki kırmızı leke ile karşılaşınca doğum lekesi geçer dedim. Birkaç gün geçti kırmızılık halen geçmedi, ve sonra o et beni geldi aklıma. Yok artııııkkkk. Deniz 3,5 aylık oldu, doğum saçları dökülmeye yenileri çıkmaya başladı, ama o kırmızı leke hala durmakta. İçin için o et benini kafaya taktığımdan dolayı bu izin olduğunu düşünsem de, tesadüf olduğuna inanmak istiyorum. Çok garip yahu..

1 Şubat 2008 Cuma

Farklı Rüyalar Sokağı - Nazlı Eray

Romanlarını elime aldığımda heyecanlandığım, yüzüme oturmuş kalmış bir tebessümle okuduğum, bittiğinde "niye bitti" diye üzüldüğüm, hep yazsın istediğim bir diğer yazar Nazlı Eray, sanki o da bunu farkında 28. kitabını çıkardı. 28 romanın hepsini okumuş değilim henüz, ama daha okuyacak Nazlı Eray romanları olması sevindiriyor beni. Farklı Rüyalar Sokağı yine muhteşem bir düşgücünün ürünü. Buenos Aires, Istanbul, Ankara, Frankfurt ve Kuşadası sokaklarında geçen romanda Mehmet Ali Bey, Makbule Hanım, Evita, Dr. Pedro Ara, Neyyire Abla, Selami Abi, Banu ve annesi romanda yeralan belli başlı karakterler, sonrasında geceleri gelip Evita'yı anlatan melekler, ATM kartı kullanarak Evita'nın yanına gitmeler, kataraktı olan bir gözün içindeki sohbetler, hücreden yaratılan yeni bedenler... Çok keyif aldım olurken...
Merkez Kitaplar, 1. Basım Mayıs 2007, 220 sayfa
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...