18 Mart 2013 Pazartesi

Pazartesi... bir kaç Duman'lı not...

Geçen hafta çok hastaydım... iki gün işe hiç gitmedim, evde yattım, üçüncü gün kalktım geldim işe, bir iki saatten sonra tekrar eve gidip yatmam icap etti. Uzun lafın kısası, bu sabaha kadar yaklaşık altı gündür hayattan bezmiş ve soğumuş bir şekilde "nereye devrilsem de yatsam" modunda gayet uyuz bir şekilde, öksürüp tıksırıp nefes alamamakla geçti günlerim, dün bütün bir Pazar günü bir sıkımlık dahi Ventolin almadan uyuduktan sonra bu sabah nasıl da enerjik ve nasıl da mutlu kalktım. Hasta olduğum günler boyu, yatıp uyumadığım nadir zamanlarda, vaktimi kuzuya ayırıp Duman'la ilgilenme işini kocaya bıraktım. Cumartesi gecesi itibariyle Duman'ın menstruasyon dönemi başlayınca da içim sızım sızım sızladı. Evet, hayatımızda yeni bir gelişme oldu, Duman artık çocukluktan çıktı, ergen oldu. Bu aralar herşeyi dramatize etmekte üstüme yok, bir yandan yatıp kendime acıyorum, diğer yandan kuzuya hiçbir zaman yeterince vakit ayıramadığımın hesabını durduk yere yapıyorum, bir yandan da Duman mens oldu kimbilir kendini nasıl kötü hissediyordur diye hayıflanıyorum. Gülme... Köpeklerle insanlar çok benziyor birbirlerine. Muhtemelen o da kendini gergin, mutsuz, başarısız falan hissediyordur bu dönemde.

Ne diyordum?

Bu sabah iyi kalktım diyordum. Hastalığımı atlatmış, zımba gibi kalkmıştım, "yazık" dedim, "bir saat Duman'ı gezdireyim". Çıktık sabahın köründe, mis gibi gezdik. Hava da süper ya artık. Kuzunun servis saati gelince de, kapıya dikildim. Kuzu geldi, servise doğru güle oynaya yürümeye başladık. Sitenin kapısına doğru yürürken, karşıdan gelen kadın yanımdan geçerken (Duman'dan tırstığı için biraz uzakta durmak kaydı ile) birşeyler mızırdandı. Belli ki bana birşeyler söylemek istiyor ama poposu sesli söylemeyi yemiyordu ve zaten bana Pazartesi Pazartesi neşeli neşeli uyanmakta haramdı. Hani, şöyle insanlar vardır, karşısındakine sinirlenmiştir ve kötü bir söz söylemek, vermek veriştirmek istemekte fakat poposu sesli ve/ya bağırarak söylemeyi yemediğinden dişlerinin arasından dudaklarını kıpırdatarak tıslama tarzında kısık ve kesik, duyulur duyulmaz bir ses ayarıyla kızdığı ve/ya uyuz olduğunu kişinin yanından geçerken söyler söyleyeceğini, bu anda lafın edildiği kişi kendisine bir saldırı olduğunu anlar fakat kelimeleri tam duyamadığından ne olduğunu anlamaz, işte kadının yaptığı tam da buydu ama ne yazık ki ben kadını tanımıyordum. Kaldı ki benim onu tanımamam dan daha kötü bir durumda olan kendisiydi çünkü asıl o beni tanımıyordu. Ben de bütün yelloz kadınlar gibi durdum ve en kibar yelloz halimi takınarak "Pardon bana birşey mi dediniz" dedim. Kadın dönüp bana ne dese beğenirdim şimdi hiç kestiremiyorum ama "her sabah sizi ve köpeği görmek sinirlerime dokunuyor" dedi. Yanımda kuzu olmasaydı, "asıl köpek sana benzer" diye bağıraraktan, Duman'ı üstüne salar, bir yandan Duman onun bacaklarına zıplayıp aklını alırken, ben de saçını sağ elimin bileğine doğru dolayıp kafasını hemen yan tarafımızda uzanan duvara vura vura aklının kafasının içinde doğru yere yerleşmesi için uğraşır, bunu da başarırdım, o da hayatına düzgün bir insan olarak devam ederdi sayemde. Ama yapmadım tabii. Kuzunun yanında içimdeki yellozu ortalığa salıp çocuğu annesiyle ilgili hayal kırıklığına  uğratmaya gerek yoktu, zaten çocuk bir keresinde araba kullanırken beni sinirlendiren bayan şöför karşısında nasıl bir yelloza dönüştüğüme şahit olmuştu da fazlasına gerek yoktu. Neyse, kadın bunu dedi ve çekti gitti. ben de öyle kaldım, popo gibi. Kendimden beklenmeyecek denli büyük bir sakinlik ve hatta huşu içerisinde çocuğumu öperekten servise bindirdikten sonra içimdeki yelloz ortalığa çıkmıştı ama ne yazık ki kadın toz olmuş hangi apartmana girdiyse girmişti işte. Demem o ki, ulu orta girişmemizin olanağı kalmamıştı. Problemi medeni yollarla halletmemiz gerekecekti. Gittim site görevlisine kadını tarif ettim, dedim bana böyle böyle dedi, hatta site içerisinde gördüğüm tüm görevlilere ve kişilere de "aaa bana böyle dedi kadın" falan diye de anlatıp kadını mimledim. Sonra görevliye dedim ki, "o kadının hangi daireye gittiğini bana bulun, yoksa yakarım burayı" dedim, tamam" yakarım burayı" kısmını biraz fazla gaza gelip yazmış olabilirim şuan. Şimdi ... tantana akşama kopacak, bu kadının bir site sakini mi, yoksa site sakini olup da çalışan bir bayanın yardımcısı mı olduğu merak konusu? Bana farketmez zira, kaba insan kaba insandır. Detaylar akşama belli olacak, her halukarda da tavrımı koyup benzeteceğim terbiyesizi.

Buraya kadar tamam da....

İnsanlar yolun ortasında birilerine laf atmak için cesareti ve haddi nereden buluyorlar ya?
İnsanlar hiç tanımadıkları kişilere durup dururken nasıl öfke duyabiliyorlar?
İnsanların poposu duyduğu herhangi bir rahatsızlığı nezaket göstererek sakince söylemeyi neden yemiyor?

Bunlar da tamam... hatta belki anlayabilirim...de... sonuçta insan en ahmak hayvan neticede...de....

İçinde şuncacık hayvan sevgisi olmayan insanları anlamak...

Hayvanları severim diye cart curt atıp hiç hayvan beslemeyen insanları anlamak mesela.... beslemek için evimize almak zorunda değiliz ona göre...

Dahası....

İki metre uzaktaki kediden tırsan sandalyeye çıkan insanlar... ya da....

Tasma ile gezen hayvandan korkan insanlar var bu dünyada... en çok bunları anlamıyorum. Hayvanın umrunda değilsin be adam, be kadın... hayvan annesinin yanında uslu uslu oturuyor ya da yürüyor, umrunda değilsin ki, ne yapsın seni, safari parkındaki aç aslan mı bu. Bir de yanında küçük bir çocuk var köpeğin, altı yaşındaki bir kız çocuğunun korkmadan mıncıkladığı bir köpekten bağlı olduğu halde tırsan bir salak insan topluluğu var. Tırsmakla kalmadığı gibi onu beslediğin ve baktığın için de sana öfke duyan benim köpeğimden daha hayvan insanlar bu insanlar ayrıca.

Kimse de fobi falan demesin bana. Bağlı köpekten, iki metre uzakta duran kediden korkmak salaklıktan öte değildir. 

6 Mart 2013 Çarşamba

Pazarlama ve Satış...

Modern dünyada satış ve pazarlamaya verilen önem giderek artmaktadır ve geleneksel yaklaşımların mevcut piyasa koşullarında rağbet görmediği aşikardır. Büyüyen pazar ve artan rekabet karşısında pazarlama ve satış stratejilerini geliştirmek elzem olmuştur. 

Falan filan falan filan falan filan. 

Yukarıdaki cümleleri oradan buradan afırttım, afırttığım siteleri de yazmayacağım zira yaşam koçluğu, yönetim danışmanlığı, marka yöneticiliği, müşteri ilişkileri zamazingosu gibi hiç hoşlaşmadığım çok iddialı meslek gruplarının web sitelerinden bu cümleler. Zira ben komple bir pazarlama ve satış fiyaskosuyum, bu cümleleri benim yazmış olmamı beklemek hayal olur. O sitelerin bağlantısı verip bir de reklamlarını yapamam, dedim ya haz etmiyorum. Hoş, duyan da beşbinbeşyüzbeş takipçim var sanacak, bir yazıya ikiyüzelli yorum aldığımı, hiç işim olmadığını ve o ikiyüzelli yoruma tek tek cevap yazarak bloggerlığı kendi çapımda meslek zannettiğimi falan sanacak. Yok, kaaaç senedir tutuyorum ben bu günlüğü öyle tıklanma rekoru falan da kırmadım, yazılarıma  beş on yorumdan fazlası gelmedi, şurda hepi topu birkaç kişiye yazıyorum işte. Dedim ya, pazarlama satış fiyaskosuyum, büyüyen pazar ne istiyor bilemiyorum, bilsem de uygulayamıyorum. Halbuki, ağzı ve dili bozuk yazım tarzına binbeşyüzbeş takipçi geliyor mesela, ya da böyle ojesinin rengiyle rujunun renginin muhteşem kombini tartışanlara da geliyor, bir de çekiliş yapılanlar var ağız bozmaya gerek yok şu dakikada. Bana gelmez bunlar, ağzı dili bozuk yazamam, çok kitap okuyorum saygısızlık olur okuduklarıma; sonra tırnaklarımı yiyorum ben bir de, oje falan durmuyor tırnakta, ondan mı acaba. Okuyucuya potansiyel müşteri yaklaşımı yapamam muhtemelen. Ün değişik bir hadise olmalı ki insan hayatında, hemen havaya sokuyor onları, böyle hemen bir "ben sizinle var oldum" mesaj kaygılı yazılar yazdırıyor insana. Komik, çok komik, çok gülüyorum ama var ya ben çok uyuz oluyorum bunlara. 

Neyse, işte pazarlama satış fiyaskosuyum dedim ya. Müşterilere genelde doğruyu söylerim mesela, öyle çat diye. Mal hazır değilse hazır değildir, malı geç gelecekse geç gelecektir, mal yolda yandıysa yanmıştır. Yalan söyleyip kıvırmanın ne manası var bana göre.  Oysa, ne okumuştun az önce, geleneksel yaklaşımlar mevcut piyasa koşullarında rağbet görmüyordu. Yalan söylemen gerek belli ki. Daha doğrusu doğru olana yalan süsü verip sunacaksın ki müşteri de onu yesin yutsun, üstüne de geğirsin. Sen kötü ol ama doğruyu söylediğin için.  "Size hediye olarak film kanallarını bedava veriyoruz" diye başlayıp on dakika konuştuktan sonra istediği taahhütü yumurtlayan bilmem ne tv kanalı müşteri temsilcisi durumuna düşmek istemiyorum ben anlasana, zira kendilerinden gelen telefonları suratlarına kapatıp, haklarında hiç iyi düşünmüyorum. Tabii bazen de sıka sıka yalan söylemek durumunda kalıyoruz tabii de, çok ama çok zor durumda kalmış olmam lazım. Sonra, ipsiz sapsız, eline bir kitap alıp okumamış, kıroyum ama para bende tipli müşterilere ağız burun eğmek zorunda kalıyoruz ya bizi seçsinler diye, en gücendiğim nokta da o. Müşteri ziyaretine gidiyorsun, adam/kadın ya bildiğin kıro, ya çok akıllı bıdık, ya çok gösteriş budalası, kısacası hayatımın herhangi bir noktasında aynı otobüse bile binmek istemeyeceğim bir tip oluyor, ama mecburen ağzının içine bakmak zorunda kalıyoruz, dandalak dangalak konuşuyor mesela, "yaa öyle tabii" diye saçmalamak zorunda kalıyoruz, müşteriyle on dakikalık görüşmede polemiğe giremiyorsun tabii. Benim gibi bir insanın o noktada kibar olmaya çalışması ne kadar zor anlatamam. Patrona da pazarlayamam ben mesela kendimi. Pazarlayamadığım için de satamam. Nasıl bir alçakgönüllü ezik bir insan olarak yetiştirdilerse beni yapamıyorum işte. Burda böyle yazıp duruyorum ya, iş görüşmelerinde "bize biraz kendinizden bahseder misiniz?" dediklerinde apışıp kalıyorum. İşlerimi düzgün yapmam gerek bana bunun için para veriyorlar diye baştan kabul etmiş bir memur zihniyeti içinde çalışmaya çalışırım mesela. Düzgün yapılan işi patronun odasına kırk kere girip, allayıp pullayarak gümüş tepsilerde pazarlayamam, utanırım. Yaptığım hatayı çat diye itiraf ederim bir de, öyle de gerizekalıyım. Halbuki süsle biraz, alla pulla, hatayı öyle söyle de hataymış gibi görünmesin, hatta biraz kasarsan kendin yalan söylemene gerek kalmadan başkası yaptı da sen söylüyorsun bile sanabilirler. Evet patron olsam çalışanlarımı arada bir pohpohlardım, motivasyon tavan yapsın daha çok çalışsın diye inekler, ama böyle yaptığı iyi işi burnuma burnuma sokanlara da taviz vermezdim tabii ama patronlar genelde böyle olmazlar. Cuma günleri aradığım muhasebe müdürümüz "nasılsınız" soruma "elhamdülihllah" diye cevap veriyorsa, ve "hayırlı Cumalar" diye başlıyorsa telefon görüşmesine, ben "bilmukabele, Cuma'mızın nuru üzerimize böyle böyle aksın" diyemem, demem. Çok taktım ben bu Cuma olayına değil mi? Öyle. Diyorum ya çok ifrit oluyorum. Kendi pazarlamamı yapamıyorum ben, iş hayatımın her daim problemli olmasının nedenlerinden biri de bu olabilir belki de...kimbilir... de ben bunu yazmayacaktım. Nihayetinde benim için sadece iştir, kapıdan çıkınca bitiştir. Ay yine kendi çenemden yoruldum ya...vıdı vıdı vıdı...bazen birileriyle konuşurken de böyle oluyorum, o kadar çok konuşmuş hissediyorum ki kendi kendimden yorulduğumu farkediyorum sonra.

Neyse benim asıl rahatsızlığım başkaydı.

Ben asıl anne, baba, koca, arkadaş, kayınvalide, kayınbaba gibi özel ilişkilerde kendimi pazarlayıp satamıyor oluşuma değinecektim. İşten sıkılırsan kocan, anan, baban sponsor oluyorsa bırakırsın, başka şirkete geçersin, olmadı popon yiyorsa sektör değiştirirsin ama bu yakın ilişkileri değiştiremezsin öyle kolay kolay. Mesela kayınvalidemi değiştirmek için öncelikle kocamı değiştirmek zorundayım. Babamı değiştirmek daha zor belki de bir zaman makinası icat etmeliyim. Ya kendi annen, baban seni bir şekilde kabul ediyor önünde sonunda, benimki mesela beni değiştiremeyeceğini ben otuzaltı yaşıma geldiğimde anladı sonra da mecbur böyle kabul etti. Ama ergenken böyle miydi, değildi. Ben nasıl müşteriye çat diye gerçeği söylüyorsam, anneme ve toplumun namus bekçisi komşularına da öyle çat diye davranıyorum, hem ergenim hem de hamurumda var, bir nevi çifte kavrulmuşum. Hiç unutmam bir komşumuzun kızı vardı, yakın bir komşumuz ama. Kız böyle anasının babasının yanındayken aman kahveler yapar, misafire bir hizmet eder bir hizmet, annesini kaldırmaz yerinden, annesi koltukları kabarık gezer her daim, bir de bu kız bildiğin inek (ay tamam akıllı da olabilir çok ders çalışıyordu, zaten şimdi de çok para kazanan bir hatun oldu) notları böyle tavan tavan, annesinin yanında süt dökmüş kediden daha masum, daha saf bir tip işte. Sürekli karşılaştırıldığımdan kelli nefret ettiğim kız tipi. Her namus bekçisi, koltuğu kabarık annenin isteyeceği bir kız evlat.  Ya ben... Ben hayatta misafire hizmet etmem, hatta misafir gelince genelde odama kaçarım, eğer annem kimse görmeden kolumu çimdirdiyse mecburen yardım ederim, ama öyle nemrut bir surat takınırım ki annem misafirlerin yanında bir süre sonra utanır ve nihayet beni salıverir; bir de uçarıyım, özgürlüğüme düşkünüm, aşık olduğumu sanıp duruyorum, erkekleri merak ediyorum falan, annem sıktıkça onun üzerine kusan, herşeye çemkiren çok iğrenç bir ergenim neticede. Hiçbir annenin istemeyeceği türden bir ergen kız çocuğuyum işte. Şimdi biz böyle yakın komşu çocukları mahallede geceleri saklambaç oynamaya çıkardık, kızlı erkekli, o çalışkan akıllı ideal gelin kız da vardı tabii bunların arasında. Benim çok haz etmediğim bir gruptu bu, çünkü çoğu kendiyle ve ailesiyle barışık ergenlerdi ama ne yazık ki annem kendim gibi arıza ergen arkadaşlarıma potansiyel tecavüzcü gözüyle baktığından ve sadece efendi ve namuslu yakın komşu çocuklarıyla takılmama izin verdiğinden ve saklambaç da çok eğlenceli bir oyun olduğundan kaçınılmaz olarak onlarla dışarı çıkmak zorunda kalıyordum. Neyse, bir gece oynarken biz bu kızla beraber yol kenarına yakın bir büyük çalının oraya saklandık, bu yoldan geçen bir çocuğu gördü yanına gitti, konuştular ettiler, geri geldi. Bir sonraki saklanmada beni ekti bu. Ekti ama o kadar çok ergen koştururken ben son anda bir yere saklanacağım bir baktım bu o çocukla aşna fişne halinde, onlar beni görmeden kaçtım tabii. Şimdi bunu niye böyle uzun uzun anlattım. Bu kızın anasına babasına, konuya komşuya kendisini pazarladığı özelliklerle, benim çalıların arkasında gördüğüm şey tamamen farklıydı birbirinden. Ama o iyiydi ben kötüydüm, kaldı ki onca özgürlük düşkünü uçarı bir ergen olarak bir erkekle bir çalı arkasına gitmeye cesaret de edemediğim için bir yandan uyuz da olmuştum. Bu arada çalılar deyince yıl 80 ler, pek fazla bir fantezi ummayın tabii, o zamanlarda bir erkeğin eline değsen bomba olurdu da, konu o değil zaten. Neticede, onun pazarlama ve satış kabiliyeti bu derece iyiyken ben gördüğümü söyleseydim anneme muhtemelen bana inanmayacaktı. Yıllar sonra genç ve iki küçük çocuklu bir komşunun kocasını ayartıp, sonra boşatıp, adamla kendisi evlenene kadar da kimse anlamadı zaten. Ya var ya, bu günlüğü bir tanıdık okuyacak bir gün diye çok tırsıyorum yeminle.

Neyse konuya dönelim. Kendini pazarlama. Kadınlar var mesela...kocalarına "masayı hazırlamama yardım eder misin" demezler de "ay ne güçlü kolların var, hayranım onlara, o kollarla şu tabakları masaya koyuversen beni ne kadar da mutlu edersin" derler. "Markete gidip karpuz alır mısın" demezler de, "ay kocacim sen çok iyi karpuz seçiyorsun, senin seçimlerine hayranım, ben alıyorum hep kelek çıkıyor, sen bütün seçimlerinde olduğu gibi karpuz seçimlerinde de muhteşemsin, bugün de karpuzu gidip sen alsan" derler, adamı ağzı kulaklarında markete gonderirler. Tamam... tamam... örnekler biraz abartılı olabilir ama böyle abartılı çok kadın var. Ben böyle bir kadın değilim, ben "hayat müşterek değil mi, masayı da kuracak, markete de gidecek, ev temizliğine de yardım edecek" diye düşünüp ne istiyorsam onu söylerim. Diyorum ya pazarlama m kötü. Birkaç yerde gördüm kocasına üç beş gülücük atıp güçlü kollarına övgüler yağdırıp istediğini aldıran ya da yaptıran ya, ben de deneyeyim dedim bu yöntemi ama ne oldu, alışmadık götte don durmadı tabii. Bir iki defa denedikten sonra kocayla asker arkadaşı modunda "hadi canım bakkala, hadi hadi" sıradanlığına geri döndüm ve pazarlama satış orada kendini enseye tokata bıraktı. Aşkitom, bebeğim kadını değilim neticede ne yapalım. Ama bu tarz kocaya kendini pazarlama ve satış stratejisini kullanarak istediklerini yaptırma ve aldırma olayı gerçekten de çalışıyor ne yalan söyleyeyim, ama dediğim gibi ben bu stratejinin kadını değilim, yapmacık, sahte ve fazlasıyla koca yalakalığı olarak görünüyor benim özüme bu tarz hareketler. Erkek olsam yemem yani. Kocama nasıl pazarlayamıyorsam kendini kayınvalideme de pazarlayamıyorum kendimi. Kadınlar var mesela iki dakika yanlız bıraksan kayınvalidesini bir kaşık suda boğacak ama kocasının yanında anneciğim aşağı anneciğim yukarı olan. İşte bu benim için inanılmaz derecede olağanüstü bir durum. Benim kendi annemle bile kavga etmem için bir iki gün yanyana durmamız yeterken kayınvalidemle can ciğer kuzu sarması olmam beklenemez herhalde. Bir pazarlama ve satış taktiği olarak bazı kadınlar kocasının ebeveynleri hoşlaşmadığı bir harekette bulunduysa ve/ya söz sarfettiyse  bunu kocalarına söyleyerek (ama burada söyleme taktiği kocayı karpuz almaya gonderme taktiğiyle benzer, dikkat...) kendileri hiç muhattab olmadan sorunu kökünden çözerler. Ben ne yaparım? Ben sorunun kaynağıyla bilahere kendim yüz göz olurum. Sorun beni sallamaz tabii, zira kayınvalidelerin gelinleri sallamamak gibi bir alışkanlıkları vardır ve ne de olsa çok sevgili oğluyla doğanın kanunları gereği kendisi evlenemeyeceği için mecburen bu kadınla evlenmesine göz yummuştur, gelin rol gereği oradadır, o evde asıl olan oğludur, o yüzden her kayınvalide kendi oğlu tarafından paylanmak ister. Kimse inkar etmesin, bir kayınvalide gelin gerçeği ne olursa olsun, nerede ve ne olursan ol var. Kayınvalidesiyle kanka, anne kız olan kadınların da pazarlama ve satış kabiliyetleri çok iyidir, derinlerde bir yerde kayınvalide gerçeği vardır ve gelin onu üstün pazarlama ve satış kabiliyetiyle nakavt etmiştir. Çok akıllı bıdık konuştum yine, ne gıcığım. Oğlum yok ya bana konuşması kolay işte...

Ya asıl, sevgilisini nikah masasına oturtmak için strateji kullananlar... onlara da çok gülüyorum. Ben gülmeye devam edeyim, onlar ben ve benim gibilerden daha çabuk evleniyorlar evet. Pazarlama stratejileri ise şöyle "burama şimdi şurama evlenince dokunabilirsin", "buna karışabilir buna, buna ve buna karışamazsın kocam mısın nişanlım mısın" yöntemleri.Bu yöntemleri kullanmayan, kullanamayan, evlenmeden önce sevgilisinin evinde çamaşırını yıkayıp yemeğini yapan, yatağında yatan kadınların otuzdan önce evlenebileceklerini sanmıyorum ben ya, cidden. Çok iddialıyım bu konuda. Ve maalesef bu pazarlama yöntemi de çalışıyor.

Bu pazarlama ve satış yetenekleri bu kadınlarda doğuştan mı var yoksa bir yerlerde bunun eğitimi veriliyor da benim mi haberim yok? Yaşam koçu olayına kılım ya, ondan mı haberim yok acaba?

Ne çok vıdı vıdı yaptım yine, vıdı vıdı insanıyım son zamanlarda... hayat bir yerden sıkıştırıyorsa beni çeneme vuruyor işte. Bu yazıyı Nick Cave'in yeni albümünü dinleyerek yazdım. Bu pazarlama stratejilerini uygulayabilseydim Nick Cave ilen evlenebilir miydim acaba? Ama o zaman annem kafayı yerdi muhtemelen doktoru bıraktı çalgıcıya vardı diye...e hadi bitir artık yazıyı...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...