27 Nisan 2009 Pazartesi

Çalışan bir anne olarak ben hep şöyle ikilemler arasında kalıyorum..

- Kızımı ben uyutmak istiyorum ama ben uyutursam bana vakit kalmıyor, şurda ilgilenmek istediğim üç beş şey var zaten. Ama ben uyutmayınca (ki ben uyutmuyorum..) aramızda böyle bir uzaklık oluyor sanki, ya da ben öyle sanıyorum...yani, demem o ki, hem kızımla hem de ilgilenmek istediğim şeylerle ilgilenmek istiyorum (film izlemek, blog yazmak, fotografla uğraşmak, kitap okumak, evimi karıştırmak vs). Aslında çözümü var bunun Deniz'i dokuzda uyutayım sonra kendi keyfime bakayım, olur mu ki, ama evin bazı üyeleri de dokuzda yatmasın erken diyor, pööff...

- Anne olmak, kız çocuk olmak, gelin olmak, karı olmak, çalışan olmak, ev kadını olmak (olamamak), bunları hem ayrı ayrı hem de aynı anda olmak zorunda olmak...

- Gezmek istiyorum fakat çalıştığım için vaktim olmuyor, çalışmadığım zamansa param olmuyor yine gezemiyorum, zaten benim vaktim olsa kocamın olmuyor, zamanlarımız bir türlü uyuşmuyor, o zaman gerginlik oluyor, ve ben o zaman tek başıma gidip gezmek istiyorum, sonra öyle istediğim için ne kötü anneyim diye suçluluk duyuyorum, fırk..
-Bazen çok sinirleniyorum özellikle de kendi kendime kızıyorum, sonra kendimle uğraşıp kendi kendimi sabote ettiğim için kendime daha bir çok kızıyorum...

Hasta mıyım neyim ya...

26 Nisan 2009 Pazar

Su Gibi - Barış Behramoğlu

Bazı kitapları bir çırpıda okuyup sonra da bir çırpıda unuttuğumu itiraf etmek istiyorum. Bir çırpıda okunmak kitapların güzelliği ile ilgili fakat bir çırpıda unutulmak tamamen benim aklımın arada bir beş karış havada olmasıyla ilgili. Bu kitabın başına da aynı şey geldi, bir gecede okundu, okunduğu geceden bugüne kadar da maalesef unutuldu, bunda okuduktan hemen sonra yazamayışımın da suçu var tabii. Okuduktan haftalar sonra yazınca insan unutabilir di mi, fil miyim ben hepsini aklımda tutayım... Bir itirafım daha var, Barış Behramoğlu'nu erkek sanarak okudum ben, sonra kitapla ilgili bakınırken bir gördüm ki bayanmış kendisi. Bu nedenle biraz hayal kırıklığı yaşadım çünkü kadın karakterleri başarıyla inceleyen bir erkek yazarla daha tanıştığıma memnun olmuş, arada olmadığını düşündüğüm kısımları ise erkek olmasına bağlayıp affetmiştim. Olsun, yine de çok başarılı, yine de çok güzel bir kitap, roman değil, tek öykülük bir kitap diyelim. Sıkıntılı, takıntılı, aşk dolu, tutku dolu, hınç dolu, hayal dolu gençler var bu kitapta, bazı satırlarda sevilen bazılarında ise nefret edilen. Su baş karakterimiz, herşey onun etrafında dönüyor. Deniz, Bay Pi, Güneş ve Ada. Her birim bölümde Su anlatılıyor bu kişilerin ağzından, anlıyoruz ki her zaman sonlara takmış olan ve hayatı kendi anladığı şekilde yaşamak isteyen Su kendini öldürmüş. En son bölümde ise Su'nun günlüğüne yazdığı satırları okuyoruz ve herşey daha bir netlik kazanıyor. Okurken Su'ya gıcık olduğumu da anımsıyorum aslında, ama bazı insanların yapısı böyle oluyor sanırım sürekli bir melankoli içinde. Neyse, çok güzel yazılmış bir öykü (roman diyorlar ama bende öykü etkisi yaptı), diliyle, örgüsüyle çok güzel yazılmış. Yazarın eline sağlık.

...Erkekler mizaçları gereği yitirdikleri şeyleri aramadan, geri isterler. Şeytan aldı götürdü oyunu tutmayınca da hızla yerinize bir diğerini koyarlar ve sizi zamana karşı hızla koşmakla suçlarlar... s.18

..."Kadınların çoğu" dedi Su, "ağızlarında bir lolipop çevirir gibi, bir o yana bir yana kurcalayıp dururlar bazı şeyleri. Asla gerçekleşmeyecek bir masal yargısı ve çoğunlukla suçlamasını, 'Hayır geçkelşeyebilir ve ben bunu istiyorum' derler, kısık sesle. Çoğu bunu istemekle kalır ve anne olma adıyla onurlandırılırken kendi arzularının üzerinde tepinerek, az ile yetinmeye koşullandırılırlar. Ve yargıları şu olur: 'Canım, daha iyisini bulamazdım.' Bu sınıftakiler hiç masal okumayanlardır ya da okumuşlardır ama yarım yamalak. Kimbilir belki de birileri kapatmıştır gözlerini...s.20.

...Bir dilek dilendiğinde bir diğer arzunun gerçekleşmeyeceği neden hiçbir kitapta yazmıyor? Herşey için bir bedel ödenmesi gerektiği? Her umudun beraberinde bir hayal kırıklığı sürüklediği?

Karşılaştırmalar yapmaksızın ilerleyemez insan. Kendi hayatlarımızı hep başkalarınınkiyle, başkalarınınkini ise kendi yaşam sürecimizl kıyaslayıp dururuz hepimiz. Geçmişteki hatalarımızı tekrarlamak için, özür dilemeyi, bağışlamayı çoğu zaman da görmemeyi, duymamayı hatta konuşmamayı seçeriz. Sonra gün gelir dururuz, olduğumuz yerde. Hata olarak görülenlerin aslında kendi doğrularımız olduğunu anlayıveririz... Zamanımızı tüketmiş gibi görünürüz, oysa tükenen sadece bizizdir...Çünkü hep aynı şeylerden söz ederken yakalarız kendimizi. Ailemizden, çocukluğumuzdan, hayallerimizden...Zamanla yaşadıklarımızın hangisinin, gerçekten de "gerçek" olan olduğunu unuturuz. Düşlerle uyanıklığın arasındaki ince sınırda, en fazla mutlu olduğumuz anlaın hesabını tutarız. Ve düşlerimiz her zaman kazanır. Böylece, kendimizi hiç bitmeyecek bir uykunun kollarına usulca bırakırız...s.52

Yitik Ülke Yayınları, 1. Baskı Kasım 2006, 62 sayfa


23 Nisan 2009 Perşembe

Sevdalım Hayat - Zülfü Livaneli

Bu Livaneli'nin okuduğum ilk kitabı. Edebi olarak çok nitelikli bir roman olduğunu düşünmesemde bir döneme tanıklık etmek adına kaleme alınmış güzel bir biyografi olmuş. Zaten kendisi de önsözde şöyle yazmış "Öncelikle benim ama bir anlamda hepimizin hayatına dair bir anlatı. Çünkü bu ülkede sanatla, kitapla, kültürle ilgilenen ve daha güzel, daha adil bir dünya yaratmak isteyen milyonlarca kişi, sürek avlarıyla sistemli olarak yok edildi, tutuklandı, hayatın dışına sürüldü. ........Bu kitabı okuyacak olan genç kuşakların, bizimkinden daha mutlu bir Türkiye'de yaşamalarını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden." Yaşananların üzücü, hatta yürek parçalayıcı olduğu doğru ama kitabın çoğunluğunda yeralan olumsuz enerji beni rahatsız etti, üretken bir insan olarak biraz daha pozitif mesajlar verebilirdi diye düşünüyorum. Her şeye rağmen umudu kaybetmemek adına..
Remzi Kitabevi, 6. Basım 2007, (1. Basım 2007), 430 sayfa

Çocuk Ruh Sağlığı - Prof.Dr. Atalay Yörükoğlu

Başucu kitabım diyebilirim kısaca ve sanırım bu özetler ne kadar faydalı bir kitap olduğunu. 1978 yılından beri basılıyormuş bu kitap, ben çocukken bizim evde de vardı hatırlıyorum. Çok güzel bir önsözle başlayan kitabın başında 22.basımda yazılmış olan önsöz de yer alıyor, ve bu belki de okuduğum en güzel önsöz, 22. basımı göremeden vefat eden eşi Emel'e bir mektup olarak yazmış Yörükoğlu bu önsözü...

"Sevgili Emel,

Bu kitap bizim dördüncü çocuğumuz olarak doğdu. Yirmi yılda 22 kez basılmış ve anababaların başucu kitabı olmuşsa senin katkılarınla olmuştur. Çünkü her sayfasında senin emeğin var. Ev işlerinden ayırabildiğin saatleri, yeni doğan bir bebeğe bakar gibi, kitabın yazılışına ayırdın. İki parmakla yazdığın daktiloda sana verdiğim taslakları usanmadan temize çektin, düzeltmeleri yaptın, yerinde eleştirilerinle Annelik deneyimlerinle edebiyat öğretmenliği yeteneklerini cömertçe sundun. O günlerde, çocuklarımızı büyütürken aldığın tadı ve mutluluğu yeniden yaşıyor gibiydin. Sonuçta ortaya akıcı bir dille yazılmış bir kitap çıktı. Her kitaptan sonra bir yenisine başlamak için beni durmadan yüreklendirdin. Övgüleri ben aldım ama her iyi eş gibi sen yanımda ve arkamda itici gücüm olarak kalmayı yeğledin. O günleri nasıl arıyorum bilemezsin.....
.......
Sevgili karıcığım, bir yazarın şu sözlerini sana sık sık söylerdim: "Çocuklarınızı ruhsal bakımdan sağlıklı yetiştirmek istiyorsanız tek bir şey yapın ve eşinizi mutlu edin!....."

Çok şanslı kadınmış diyorum, nur içinde yatsın ikisi de. Çok keyifle ve öğrenerek, ders alarak okudum bu kitabı. Altını çizdiğim çok yer oldu, sonradan açar yine okurum diye. Bir kitap okumaktan ziyade Yörükoğlu'yla sohbet ediyormuşcasına güzel bir dili var, çok anaç, çok sade. Bir sürü şey öğrendim çocuklara ilişkin, bu sayede kendimi bile analiz etme şansım oldu. Bu kitabı 1 senede okudum neredeyse, sıkmadan bunaltmadan sindire sindire.

Özgür Yayınları, 28. Basım (1. Basım 1978), 410 sayfa

18 Nisan 2009 Cumartesi

Metropolde Bir Kadının Sessiz Çığlığı - Nesrin Göçtürk Kaya

Kibar bir şekilde nasıl söylenir bilmem ama ismini beğenip aldığım bir roman daha, artık bunu yapmamam gerektiğini öğrenmiş olmam gerekiyordu ama demekki öğrenememişim. Evden işe işten eve giden mazbut bir genç kız hikayesi olarak başlayan romanı edebi olmaktan çoook uzak olan diline rağmen saygımdan okuyacaktım, ama henüz 50. sayfalarda 80 lerin Türk filmlerini aratmayacak şekilde bu mazbut genç kızın sarhoş edilerek sevgilisi tarafından ırzına geçilmesi ve onunla evlenmesi gerektiğini düşünmesi üzerine yarım bıraktım bu romanı. Hani bu olan maalesef bir toplum gerçeği, eğer bunu yeriyor, karşı tezler oluşturuyor olsaydı yine okuyacaktım bu romanı, ama o ne tarz öyle, kırılmış kadın öcünü almak ister, sevmeden evlenir, hayatı mahvolur falan filan, akıllara zarar cinsten. Tavsiye etmiyorum.

Sonsuz Kitap, Ocak 2007 1. Baskı, 358 Sayfa

12 Nisan 2009 Pazar

Safran Sarı - İnci Aral

Bu roman haftalarca bekledi rafta, tabaktaki en sevdiğim pastayı sona bırakmak ve sıra ona geldiğinde hem bitmesini istememek hem de büyük iştahla yemek gibi yani, İnci Aral kitaplarının neredeyse hepsini okudum bu yüzden kalanlar en sevdiğim pasta muamelesi görüyor, haftalarca raflarda sürünüyor. Oysa, rafta tozlandırdığım bu roman maalesef bir hayalkırıklığı oldu benim için. "Safran Sarı, para, güç ve başarı peşinde koşarken kimliklerinden, aşktan ve umutlarından uzaklaşan, sayıları gitgide artan otuzlu yaşlarında bir kesimin önce sevgiyi, sonra geleceğe olan inancını, en sonunda ruhunu kaybedişinin serüveni.." (arka kapaktan). Burada bahsedilen otuzlu yaşlarındaki kesim İstanbul'un yüksek sosyetesinden birkaç kişidir ve bunların parasıyla puluyla ne tür rezilliklere giriştiği, aşkı nasıl harcadıkları, fazla paranın bu insanları nasıl sığlaştırdığı anlatılmaktadır roman boyunca. İlk başta çok ilgimi çekmiş olsa da, sonrasında ardı ardına yapılan tekrarlar, evet, bir geleceksizliğin mevcut olduğunu kabul ediyor olmam fakat bu zengin kesimin bir kuşağı temsil ettiğine dair inanca kesinlikle katılmıyor olmam sanırsam bu romanı beğenmememe neden oldu. Romanın dili de İnci Aral dilinden uzaktı sanki biraz, arada bir yakalasa da kendisini kolaycacık kaçırmıştı. Sanırım dil de kendiliğinden karakterlere uyum sağlamıştı. Daha iyi işlenebilirdi bu konu, daha güzel anlatılabilirdi.

Merkez Kitaplar, Eylül 2007 (1.Basım Mart 2007), 316 sayfa

3 Nisan 2009 Cuma

Geç kalmış doğumgünü kutlaması..

31 Mart doğumgünüm. Eh üzerinden geçti biraz, hem yazmaya vaktim olmadı hem yazmak istemedi canım. Neden, çünkü kendimle dalga geçecek yaşları yavaş yavaş geçip çok da tahammülsüz bir yaşa doğru ilerliyorum, bu nedenle de bazı şeyleri çok ciddiye alıyorum. Her ne kadar 25 göründüğümü söyleselerde, hehe, 33 yaşımdayım artık, çok çalışan vakti az bir kocam, dünyalar güzeli bir kızım, arada bir sinir bozan işim, birçok sorumluluğum, çok az vaktim, şişesini yarıladığım şarabımla bilgisayar önünde çakır keyif olan zihnim, neredeyse hepsini löp löp yuttuğum antep fıstıklı damak çikolatam var. Yani şuan tamı tamına kartoloza çeken depresif kadına süper uygun hareketler içindeyim. İçmekte olduğum şarabın etkisinde kalarak itiraf ediyorum ki şuan 18 olmak için bir sürü şeyi verirdim. Böyle 18 yani hatta 17 bile olabilir ama üniversite sınavına felan bir daha girmek istemem, yine aynı bölümde okusam da yeter benim için. Hayatım o günden bugüne pek bir değişti (bu arada ikinci damak çikolatayı açtım bile) ve öyle bir yere geldi ki bazı kararları ne kadar yanlış verdiğimi düşündüm bütün bu yaşım boyunca. Ve kadınların içinde bulunan, kendini bu düşünceler nedeniyle kendini suçlu hissetme duygularıyla boğuştum (eee mis gibi sağlıklı bir kızın var daha ne sızlanıp duruyorsun ki, ne durumlarda kadınlar var duyguları gibiii). Ben de öyle bir self-motivation var ki hepsinin üzerinden bir tebessümle gelmeye çalıştım, geldim mi bilemem artıkın. Tüm bunlara ek olarak göz çevremdeki kırışıklar da asabımı bozuyor, cildim günden güne bozuluyor, oram buram sarkıyor felan. Bir de koç burcu olmak var tabii, hiçbirşeyden memnun olmamak, herşeyin daha fazlasını istemek, naaahhh şu kadaar bir egoya sahip olmaaakk, uğraşılır şeyler diiiil tabi. Neyse bu kadar depresif söylemden sonra self-motivation çalışmaya başladı, bir süpriz parti oldu bugün, bir sürü güzel hediyem oldu, çok arayanım oldu gerçekten de, sevildiğimi hissettim, güzel oldu, yolun yarısına sadece 2 yıl kaldı...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...