29 Ocak 2013 Salı

Skandal...

Cumartesi günü bir kez daha farkettim ki hayatım boyunca kendi çapımda değişik tesadüfler yaşamışım. Bu tesadüflerin pek az bir kısmı karizmatikken, bir çoğu beni yerin dibine geçiren şapşal anlardı. Başka konular içinde bahsettiğim olmuştu bu şapşal anlardan da, örneğin koca şehirde müşteri araştırması yaparken, bir numarayı yanlış çevir, başka bir firmayı ara, operatör konuşsun sen hala yanlış firmayı aradığını anlama, o yanlış firma komşunun firması olsun, adama bağlan, kim olduğunu tanıma, o seni tanısın, gevrek gevrek konuşmaya devam et... bu kadar firmanın bu kadar insanın içinde denk gel.... sonuç maskaralık. Lise sonda bir çocuktan hoşlan yaz tatilinde... az biraz sohbet, baygın bakış...aman annem görmesin, ağzıma etmesin diye oraya buraya kaçış, zira annem beni erkek sinekten bile korumaya adamış kendini... sonra gözler yarı kapalı baygın bakışlı bir sohbette ortaya çıkar ki... çocuğun babasıyla eniştem aynı işi yapmakla kalmıyor, bir de aynı yerde çalışıyorlarmış... sonuç yaz sonu gelmeden annem dahil teyzem, eniştem ve hatta bütün sahil de öğrenmişti aşna fişne durumlarımızı, aman zaten biz de ayrıldık gittik sonra da tesadüfün rezaletine bak. Koca kişisinin bir hastası var...yok bildiğimiz hasta... bilmem ne hanım diye kaydetmiş, ben de hayal gücü çok geniş bir küçük yelloz olduğumdan kelli neremden uydurduysam bu kadını dul ve kırk yaşında kocama yazıyor sanıyorum ya "bu bilmem ne hanım ne arıyor seni diye" ağzına ettiğim yetmiyormuş gibi, koca kişisi de sen git bunu hastaya söyle, gel zaman git zaman biz bir sosyal paylaşım ortamında bu bilmem ne hanımla birbirimize denk gelelim, ben her zamanki salaklığımla uyanmayayım konuya, böyle şirin mi şirin yorumlar yazayım kadına, sonra kadın artık dayanamasın bana mail yazsın ben bilmem ne hanımım diye... ben yerin dibine geçmekten beter olayım allaaam bu naif kadının yanında ben ne yelloz kafasına kaya düşesi bir kadınmışım diye kızarıp bozarayım... sonuç utanç. Of anlat anlat bitmez yani. Hayır, yani, ben çok şapşal karakterli bir insan mıyım acaba da böyle şapşal olaylar başıma geliyor, yoksa doğuştan şapşal bir aura ile gezip şapşal tesadüfleri çekiyorum .. nedir yani olayım.

Üç ay önce, kuzunun okul arkadaşlarından birinin doğumgünü için bahçelerine gideriz... çocuklar oynar, ebeveynler tanışır, çocuklar oynar, ebeveynler kısa kısa sohbetlerle birbirini tanımaya çalışır, çocuklar oynar derken ben bir adam görürüm, kuzunun sınıf arkadaşlarından birinin babası olmasına babası da ben bu adamı nereden tanıyorum olurum, adam feci tanıdık gelir.... hal böyle olunca o an itibariyle ben adama kitlendim tabii, adam da beni tanıyor sanki o da kaçamak bakışlarda sanki yoksa bana mı öyle geliyor... direkt bakamıyorum da adama, sonra bir şapşal durumdan başka bir şapsal duruma geçmeyelim yani bilmem kimin annesi bilmem kimin babasını kesiyordu felan diyerekten göz ucuyla kısa kısa bakıyorum adama...kim bu adam ya, kafayı yiyeceğim... acaba iş çevresinden biri mi...   çalıştığımız firmalardan biri... yoksa bir müşteri mi... karısını mı tanıyorum acaba.... yooo onu da tanımıyorum.... üç çocuğu var vay be.... gidip sorsam mı...yok yok en iyisi sormayayım... yok yok sorayım çatlayacağım... yok şimdi ne alaka derler adama sormayayım.... diye debelenirken ben, doğum günü biter evlere dağılırız. Konu unutulur.

Bir buçuk ay önce, kuzunun veli bilgilendirme toplantısı...kimse istemediği için ben el kaldırıp yazman oluyorum öğretmene ayıp olmasın diye, böyle de düşünceli bir çıkıntıyım ya yuh, ama gel gör ki veli toplantısında yazman ne yazar haberim yok... soramıyorum da ben ne yazacağım buraya diye... söylenenleri not mu alacağım acaba... ne yazacağımı bilemediğimden kelli bir sıkıntı basıyor beni.... kafamı bir çeviriyorum... aynı adam... sağ çaprazımda oturuyor... bir yandan yine ben nereden tanıyorum bu adamı diye kafayı mı yesem, yazman ne yazar oturup onu mu düşünsem bilemedim tabii.... ve benim bu noktadan sonra bırak bir yazman olarak not almayı, toplantıyı dinlememin bile imkanı yoktu.... yok yok kesin tanıyorum ben bu adamı.... nereden tanıyorum... iş... hayır... koca kişisinden doğru mu tanıyorum.... hayır, salak mısın nesin koca tanısa konuşur herhalde.... resmen çatlayacağım... bu sefer kesin kararlıyım.... toplantı bitsin bir şekilde yaklaşacağım adama... laf açacağım... iki kakara kikiri..... vay sizin oğlan bizim kız, oradan buradan derken çıkarırız birbirimizi tevekkeli o da beni tanıyor... not da almadım.... yazman yazar da ne yazar derken toplantı bitti ben adama doğru bir adım atamadan adam sınıftan vınladı gitti. Ben de öğretmenin yanına elimde boş kağıtla gittim, yazman oldum da ben ne yazacaktım dedim... herkes güldü... bir de şamar annesi olduk iyi mi. Eeve gittik. Konu unutuldu.

Geçen cumartesi kuzunun en sevdiği arkadaşının ailesinin evine gittik, hem çocuklar eğlensin hem de kafa dengi ebeveynler bulduk ohh sohbet muhabbet dedik (ay amma da sosyaliz ebeveyn olarak değil mi? Ama bu aile doğumgünü ailesiyle aynı o yüzden asosyal bile sayılabiliriz, zira onbeş çocuk daha var...). Biz ebeveynler muhabbette... çocuklar oynaşta...derken... laf nereden geldiyse doğumgününden...başka çocukları çok tanımadığımızdan falan açıldı.... derken... bilmem kim bey var... bilmem ne hastanesinde kadın doğumcu o da.... hangisi ben bilemedim.... üç çocuğu var.... bildin mi....yaaaa bildim bildim.... kadın doğumcu muymuş o.....yaaa ne güzelmiş. Yüzümde oluşan mor popo ifadesini kimse yakaladı mı bilemiyorum da sonuç kendimce bir skandal onu biliyorum. Onlarca hastane arasından birini seç.... o hastanenin onlarca kadın doğumcusunun arasından da birini seç.... çocuğuna onlarca okuldan birini seç.... o da gelsin senin kadın doğumcunun çocuğuyla aynı sınıfa düşsün. Ya öyle kadın doğumcuda stres olan tiplerden hiç değilim, gayet modern kadın imajımı takınır öyle de gider muayenemi olurum, farkındayım yani ne kadar normal bir süreç olduğunu.... da...ya adama milletin içinde "ben sizi nereden tanıyorum acaba" deseydim!!!!

Şapşal tesadüflerin kadınıyım neticede....

Yazman toplantıda karar alınırsa kararı yazarmış... onu da öğrendim bu genç yaşımda....

Foto

24 Ocak 2013 Perşembe

Onbeş tatile az kala...

Günlerdir yarıyıl tatiline odaklanmış durumdayım. Her sabah gözlerimi açınca "bugün tatil mi değil mi?" diye soruyorum. "Hayır" denince üzülüyorum, "Peki ne zaman tatil?" diye soruyor, şu kadar sonra deyince yüzüme nemrut mu nemrut bir ifade yerleştirip, sıkkın ve bıkkın bir şekilde yatmaya devam ediyorum, ta ki annem uyuz olana kadar. Annemi uyuz etmek de o kadar zor değil hani. Hem babama hem de bana yüz bin kez "hadi" ve Duman'a binbeşyüz kes "hayır" dedikten sonra annem uyuz oluyor. Babam da saatini kurduğu halde annemin ciyaklamasını bekliyor kalkmak için, sanki onun işine vaktinde gitmesinden de annem sorumluymuş gibi, neyse burada tarafsız olmalıyım. Duman desen annemin uyuz olma aşamasında çoktan yatağa çıkmış zıplıyor veya dolabın içinden bir kemer çekip kemirmeye çalışıyor oluyor. Annemin uyuz olduğu noktada ise Duman dahil herkes birbirine giriyor, evde bir iki ayağı tek pabuca girmişlik havası altında sinirler gerilmiş bir halde tüm hazırlıklar tamamlanıyor. Palas pandıras bir çıkış evden, Duman biz çıkıyoruz diye bağırınıyor, benim montumun bir yanı yerlerde sürünüyor, babam çıkarayak yaptığı kahvenin bir kısmını döküyor asansöre, annem mutlaka evde birşeyler unutmuş oluyor ama üşeniyor geri dönmeye, bazen saçına jöle sürmeyi unutmuş oluyor mesela papaz gibi bir saçla gidiyor işe, çok komik oluyor. Anneme haksızlık etmemeliyim bazen erken kalkıp Duman'ı gezdiriyor, yürüyüş yapmanın verdiği enerji ile beni türlü şarkılarla, mesela Winx kızları şarkısının komik bir versiyonunu uydurup uyandırmaya çalışıyor ama sonuç genelde aynı oluyor. Annemi uyuz etmenin ne kadar kolay olduğundan bahsetmiştim. Okullar Eylul'de açıldı, üç aydır okula gidiyorum, ve evet, musmutlu uyandığım sabahları saysam bir elimin parmaklarını geçmez. Her sabah mutsuz kalkıyorum, insan her sabah "yarın tatil mi?" diye sorar mı? Ben sorarım. Sanki, otuz yıllık çalışanım da, bıkmışım usanmışım, her sabah "Bugun Cuma mı?" diye kalkıyorum, bu annemin düşüncesi, benim daha bu çalışma işlerine kafam ermiyor, daha çok saçımı pembeye oniki yaşında boyatabilir miyim acaba diye sorup duruyorum kendime, ha bir de Winx kızları gibi kanatlarım niye yok diye hayıflanıyorum. Mutsuz giyiniyorum sonra sabahları. Mutsuz çıkıyorum evden. Oysaki mutlu bir çocuğum, yarı manyak annemle babam var, sadece sabah arsızıyım, muhtemelen babama çekmişim, zira o da kalkarken çok söyleniyor. Öğretmenim de zaten diyormuş ki veli toplantısında annemle babama "belli ki çok mutlu bir çocuk". Neyse, yarın karne alacağımdan çok tatile giriyor olmak kısmı ilgilendiriyor beni, sanıyorum ki istediğim kadar televizyon izleyebileceğim, evet evet, kanatlarım çıkana kadar Winx, vampir olana kadar da Monster High izlemek istiyorum. Bunları izlerken de sürekli abur cubur yemek istiyorum, ha bir de muz yemek istiyorum.... Ha sonra gebeş gibi uyuyacağım tatilde... yataktan kalkıp koltuğa, koltuktan düşüp yerde uyumaya devam edeceğim...yaşasın uyumak. Karne mi.... o da ne?

Karne mi...o da ne? Ben de işin tatil kısmındayım ebeveyn olarak ya, hadi hayırlısı. Ödevlerle aram öğrenciyken de iyi değildi şimdi bir ebeveyn olarak da iyi değil, kuzu için okul araştırırken okul sorumlulularına "Ödevsiz bir okul arıyoruz biz" diyerekten şoktan şoka sokmuşluğum var evet. Bunun sorumlusu halen nefretle andığım ilkokul öğretmenimiz olmalı, Hayat Bilgisi dersi için ezberlememiz gereken ne çok ödev verirdi. Yaptığım ödevlerin hiçbiri hatırımda değil, tek hatırımda kalan dediği dedik çaldığı düdük bir anne bekçiliğinde bu ezberleri ıkına sıkına yapan bir küçük gıcık kız. Koca kişisinin de ödevlerini annesi yaparmış. Durum ortada yani. Umarım bize çekmez, bu noktada umarım ben de anneme çekmemişimdir. Ben bütün karne günlerini, ilkokuldan lise bitene kadar ki geniş mi geniş bir zaman diliminde, stres dolu günler olarak hatırlarım. Zira, eve geldiğimde annem karnemi eline alır, tek kaşını kaldırarak inceler ve iyi alsam "niye pekiyi değil?" pekiyi alsam "niye pek pek pekiyi değil?", sonrasında beş alsam "niye altı değil?", dokuz alsam "niye on değil?", on alsam "filancanın kızı kaç almış" diye sorardı. Şimdi de markette omo alsam, "niye alo almıyorsun?" der mesela. Bu konu ayrı bir yazıda bulmalı kendini. Şimdi konu başka. Böyle büyüyünce insan, kendi çocuğuna tam tersi davranıyor olmalı ki, bunun da iyi bir davranış şekli olup olmadığı tartışılır, karne marne hiç umurumda değil. Filancanın çocuğu da hiç umurumda değil. Kim ne almışsa almış. Onbeş tatil bizi bir süre sabah streslerinden arındıracak, akşamları da "uyumak istemiyorum" tepinmelerine ara vereceğiz,   hafta içi gezmelerine gidebileceğiz... kısaca pamuk bir anne olabilme için onbeş günlük bir zaman dilimi olmasını ümit ediyorum.

Bunun dışında işten çok fena soğudum. Evimin kadını çocuğumun anası modundayım, sabahları evden çıkarken "ulan evde dursam bir kahve yapsam kendime oturup günlük yazsam" diye hayal kurarken bulup kendimi sonra evde olunca yemek falan da yapmak gerekecek diyerekten de uyandırıyorum kendimi, sonra "çeviride yaparım kafama göre çalışırım" diye tekrar hayallere dalıp, "onu da yapmış sonra sıkılmıştın" diye uyandırıyorum kendimi. Böyle bir uyuyup bir uyanma hali.

İmza: Karın için tek kelime yazmadım. Koca kişisi pek naif bu günlerde, ortalık süt liman olunca yazası da gelmiyor insanın. "Yaratıcılığımı canlandırmam lazım, bana malzeme lazım kalk kavga edelim mi" desem ne desem?

Öyle işte... kış bitsin artık.

22 Ocak 2013 Salı

Hıyar patrona kısa bir mektup...

Sokakta görsem dönüp de suratına bakmayacağım bir patronla çalışıyorum. Dönüp de suratına bakacağım patronla da çalışmışlığım vardı zira kendisi yakışıklı ve ülkemizin en iyi üniversitelerinden birinin en güzel bölümlerinden birinden mezun bir hıyardı ama onunla sokakta karşılaşmak mümkansızdı, zira aynı sokakta ve/ya mekanda dolanmak için yeterince para vermiyordu bana. Ha, sokakta görsem dönüp bakmayacağım son patronum da bana çok para veriyor da sanki onu sokakta görebilirim gibi bir anlam çıktı şimdi ama, yok muhtemelen onunla da karşılaşamayız zira kendisi biraz kıro. Çok para veriyor mu...hayır tabii ki. Bütün patronlar son model arabaya biner ama çalışanına bir kuruş fazla vermez, naçizane iş hayatımda öğrendiğim yegane doğru da budur. Akşam kalır çalışırsın kimse birşey demez, sabah geç gelirsin kıyamet kopar. Geçmişte bir patronum öğle tatilinde yemekten hepi topu 2 dakika geç gelen çalışanlarını, bizi, merdivenin başında bekleyip elinde de bir köstekli saat, suratımıza baka baka "saat kaaaç" gibisine kafamıza kafamıza saat sallamıştı. Hiç işi yoktu herhalde, bunu bile düşünmüştü. Utanmış mıydık, hayır tabii ki. Yılın esprisi olmuştu, her yemekte "ay geç kalmayalım filanca bey birşey sallamasın" diye alay konusu olmuştun.

İyi patron var mıdır bilmiyorum günlük, ama bana varsa da bana hiç denk gelmedi. Biri eğitimli bir hıyarken, bir diğeri eğitimsiz bir hıyar oldu, biri riyakar bir hıyarken, bir başkası kendinden başkasını umursamayan bir hıyar oldu, ama sonuçta hepsi hıyardı. Belki de iflah olmayan iş hayatımın iflah olmama nedeni ben değil de onlardır kim bilebilir değil mi? Ya tabii ki sonuçta ben de ilk üç üniversiteden digri almış profesör değilim neticede ama kendime göre bir üniversite eğitimim bir tecrübem var, yirmili yaşlardaki yırtık ve hırslı çalışan kimliğimi oralarda bir yerlerde bırakmış olarak şu dangalak iş hayatında ssk günlerimi tamamlamaya odaklamış olsam da kendimi, elimden geleni yapıyorum ulan. Bu yaşa geldim hala safım ben iş hayatında, yemediğim kazık, görmediğim ikiyüzlülük kalmadı ya halen "bir yerlerde iyi insanlar vardır mutlaka" diye bakınıyorum etrafıma.

Sevgili patronum... sen dün bana telefonda çemkirirken, sesimi çıkarmadıysam sana olan saygım ve sevgimden ötürü gösterdiğim bir büyüklük değildi bu, senin gibi parası olan hıyarlara ne desem anlaşılamayacağımı çok önceleri tecrübe etmiş olduğumdandı, gerizekalı ahmak, ha bir de dengim değilsin; sen herhalde beni çevrendeki yalakalarınla karıştırdın. Sen benim sahibim misin, nesin yahu. Bir şirketin var, ben de o şirkette çalışıyorum diye kendini ne sandın. Kadınım diye adam yerine koymuyormuşsun beni öyle duydum, sen bana kurban ol e mi. Benim kadar taş düşsün başına, hazır kilo da aldım altından kalkamaz ezilirsin. Kadınım ya ben ne yapsam yaranamam sana, satışların en kralını yapsam, saçların niye böyle dersin; haa bir de aileden değilim onu da duydum. İyi ki aileden de değilim ya, yoksa senin ailenden olsaydım herhalde kadın olduğum için kıçımı kırıp evde kocamın bana harçlık vermesini beklemek zorunda kalırdım. Seni sokakta görsem adam yerine koyup da konuşmam bile, bunu da bilesin lavuk. Senin paranı kendi param gibi düşünüyorum her bir kuruşunu, salağım ya ben. Otuzaltı yaşındaki minik bir pollyanna. Burada çalışan çoğunluk çalıştığı şirketin merkezini düdüklüyor, naber? Umarım onlardan birine denk gelirsin de sana gösterir nasıl oluyormuş çalışmak. Baba işini devralmış kıro.

Çalışanına insan gibi davranmayan bütün patronların canı cehenneme kısaca. Çalışanların özbenliğiyle oynayarak nasıl bir fantastik mastürbasyon peşindesiniz ki siz... bu insanlar birilerinin biricik kızı/oğlu, birilerinin çok sevgili annesi/babası, hatta sevgilisi/karısı/kocası ve onların kahramanı... herkes bir küçük hayatın kahramanı bunu o koca kafanıza sokun.... senin azarladığın o adamın ağzından çıkacak iki kelimeye odaklı çocukları var belki... ben ve/ya benim gibiler ofisin kapısından çıkınca formatı atmayı öğrenmiş olabilir ama atamayan o stresle çocuğuna nasıl çemkiriyor evinde karısına ya da kocasına... oynamayın böyle şeylerle yahu...  sen kimsin peki haa bütün hayatı iş olmuş bir manyaksın en fazla... azıcık insan olmayı becerebilin be. Gerizekalılar... Çok sinirlendim sonra devam etmeli...

15 Ocak 2013 Salı

Dumanlı Hayat...no.1...

Bu yazıyı yazmak için biraz beklemem gerekti, zira ne küçükken ne de herhangi bir zaman diliminde köpeğim olmamıştı ve nasıl bir yaşam şeklimiz olacağı konusunda en ufak bir fikrim yoktu, bu nedenle de bir köpeğin bizimle birlikte yaşamasının anlam ve önemini idrak etmem, sabrımın sınırları görebilmem ve maceralarımızdan bahsedebilmem için zaman ve tecrübe toplamam gerekiyordu.

Duman, 24 Mayıs 2012 doğumlu dişi bir Belçika Kurdu. Ailemizin 4. üyesi olarak bizimle birlikte yaşamaya 24 Haziran 2012 tarihinde, eve bir kedi alınmasını isteyen, istemekten öte bunun için deliren kuzunun ısrarları sonucu köpek eğitimi veren bir arkadaşımızın çiftliğine gidince onun kendi köpeğinin yavrusunu bize önermesiyle başladı. Evimize geldiğinde herşeyden korkan, tırsan, ilgiye ve sevgiye muhtaç, acıklı bakışlarıyla içimizi paralayan, olmayan dişleriyle boyundan büyük sandalyeleri kemirmeye çalışan, evin her yerine dışkılayan, yanlız kalınca viyik viyik ağlayan, herşeyi ağzına sokan, kemiren, etrafını biran önce keşfetmeye çalışan, bunu yaparken de kafasından büyük kulaklarını havaya diken, savunmasız, sevimli bir aylık küçücük bir bebekti.  

Dedim ya hiç köpeğim olmadı benim, kuş veya balık beslemeden öteye gidemedi hiçbir zaman evcil hayvan besleme çabam. Çok şey kaçırmışım onu söyleyebilirim. Şimdi, kendim doğurmuş gibi seviyorum Duman'ı desem sanırım abartmış da olmayacağım. Çocuğumu nasıl sevdiğimi çocuksuz birine anlatamayacağım gibi, bir köpeği nasıl sevdiğimi de köpeksiz birine anlatamamam, anlaşılmaz maalesef. Duman kuzunun kardeşi benim de ikinci çocuğum oluverdi.

Duman'ı ilk gördüğümüz güne dönersek...çiftlikte bir golden yavrusu bir de bizim Duman vardı. Duman ortalıkta gezinmiyordu henüz. Golden yavrusunu sevdik önce, aldık kucağımıza hoplattık zıplattık, öyle sakin öyle miskin bir köpek, tatlı mı tatlı. Arkadaşımız baktı ki evin kadını olaraktan ben köpeği mıncık da mıncık seviyorum, ağzını yüzünü öpüyorum, kirliymiş temizmiş bakmıyorum, o da hemen anladı tabii benim öyle yerden saç toplayan temiz pak bir kadın olmadığımı, "bir köpeğe bakabilecek kadın" izlenimi edinmiş olmalı ki Duman'ı getirdi. Duman o kadarlık bir bebekken bile cevval ve heyecanlıydı, Golden yavrusunun aksine bir oraya atlıyor bir buraya zıplıyor, peşimizden haldır huldur koşuyordu bacak kadar boyuyla. Nedense kanımız daha bir ısındı o böyle cevval olunca, zira biz de cevval ve heyecanlı bir aileyiz neticede. Aldık, eve getirdik.

Yol boyunca koca kulaklarını yukarı dikip ürkek gözlerle etrafını kolaçan ederken, kucağımıza ezik ezik sığınan Duman efendinin, eve girmesinin ilk on dakikasından sonra bizi darmadağın ettiği doğrudur ki bizim kuzu bile "ay napacağız biz bununlaaa" diye cırlayaraktan endişelerini dile getirmişti. Evet biz bu bir aylık, mütemadiyen koşan, herşeyi ısırmaya çalışan, ve sürekli oraya buraya yapan hepi topu yirmi santimlik boyuyla bize etmediğini bırakmayan, azıcık kızınca küçük emrah bakışlarıyla kalbimize kalbimize kazıklar çakan bu simsiyah enikle ne yapacaktık?  Eve geldiği gece ve sonrasındaki bir hafta boyunca her gece ağlamış olmasını anlatarak başlamalıyım belki de. Orada cevval diye sevdiydik de evde üç cevval ne yapacaktık hep birlikte, ben ki ikinci çocuğu doğurmayı poposu yemeyen, rahatına bin düşkün?

Evet, Duman evimize geldiğinde ona daracık bir yer vermek yerine, kuzuyu boş olan büyük odaya taşıyıp kuzunun odasını da Duman'a verdik. İlk gece itibariyle bütün odayı gazete kağıdıyla kapladık. Duman ilk bir hafta sürekli ağladı, köpek ağlamasını bilen bilir, böyle acıklı tiz viyiklemeler olarak tasvir edebilirim. Ve biz her saat başı kalkıp Duman'ı sevdik, itiraf etmeliyim ki arada bir de kızdık öfkelendik, hatta ailecek birbirimize girdik. Hani, ilk çocuk doğunca anne baba ne yapacağını bilmez bir durumda en ufak bir sorunda sürekli birbirine girer ya, aynen öyle işte. Duman kokumuza alışınca, bu kokuların onu bırakmayacağına, bu kokulara güvenebileceğine, bu kokuların kendisine yemek, su ve ilgi vereceğine emin olunca ve yeni evine alışınca ağlamayı bıraktı. Ağlarken de yaptığı üzere evin her yerine yapmaya devam etti. Diyorum ya, yere düşen bir tane saçı bile görüp de onu yerden almadan geçemeyen bir kadınsanız/adamsanız olmaz o iş. Zira bebek bir köpek alıyorsanız eve her yere mutlaka yapıyor, ve siz elinizde bez ve deterjan hababam çiş ve kaka temizliyorsunuz, bunun aksini söyleyen de çıkmaz herhalde. Ha, sonra öğrenmiyor mu evet öğreniyor, ama her çocuk büyüten insana söylendiği üzere ha insan annesi olmuşsunuz ha köpek annesi olmuşsunuz farketmiyor, annelik acaip bir sabır gerektiriyor. Duman üç dört hafta sonra sadece gazeteye yapmaya başladı mesela, o üç dört hafta sürekli poposunu gözetledik büyük bir sabır göstererek ve hatta sabır taşına dönüşerek evet. Gazete olmayan yerde tutmaya başladı sonra. Odasındaki gazeteleri her geçen gün biraz daha daraltmaya başlamıştık bile, derken ufak bir köşede kaldı gazeteleri ve evet halen o ufak köşede o gazeteler, zira kızım sürekli dışarıya yapmaya alışamadı daha, ama bu hikayeye daha var. Bu süre zarfında bütün halılar üç dört kez yıkanmaya gitti evet, Duman'ı araba tutuyordu arabaya birkaç kere kustu evet, gözümüzün önünden kaçırdığımız anda bir halt karıştırıyordu evet, örneğin gözümüzden kaçırdığımız bir on dakikada çok sevdiğim bir yazlık ayakkabımın -bir sürü de para vermiştim, çok iyi bakıyor ve senelerdir de giyiyordum- bandını tabanıyla birlikte sökmüşlüğü var, çorap çekmecesinden kaçırıp parçaladığı çoraplarla çoktan bir çorap dükkanı açabilirdik, evet. Ahşap kapının pervazını da dişleriyle boydan boya nasıl söktüğünü anlatmayayım bana kalsın.

Geçiyor efendim hepsi geçiyor. Nasıl ki küçük bir çocuk anne ve babasının sınırlarını deneyerek öğreniyor, köpekler de öyle. İnsan anneleri bunu söylediğimde hep kızıyorlar bana ama bir köpek büyütmekle bir çocuk büyütmek arasında pek de bir fark yok aslında. Davranışlar neredeyse aynı. Belki de köpeklerin insanlara bu kadar yakın ve bağlı olmasının nedeni de budur kimbilir. Nasıl ki çocuğunuz gözünüzün içine bakıyor, bu da gözünüzün içine bakıyor ve belki de çocuktan en büyük farkı çocuğunuz büyüdükçe başka gözlerin de içine bakacak, o ise bütün hayatı boyunca sizin gözlerinizin içine bakacak, ve hepi topu onbeş sene yaşayacak...

Yoruldum yazmaktan biterayak duygusala da bağladım tam oldu...Duman şimdi 8 aylık... koca bir bedenin içinde çocuk ruhu taşıyor... maceralara devam edeceğim...zira tadından yenmez anılarımız oldu kendisiyle... Duman'ın ayağına bastı diye ittirdiğim komşumuzu anlatacağım daha, kakasını dışarı yapsın diye saatlerce dışarıda donduğumuz zamanlar var sonra, kuzunun Duman'ı kıskanmasına ilişkin komik mi komik anlar var,  dişlerinin dökülmesi yerine yenilerinin çıkması var, koca kişisinin içinden çıkan köpek eğitmeni ruhuna ilişkin bombalar var...bir köpeği çok sevmekle ilgili tespitlerim var.... ohooo var da var...




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...