29 Nisan 2007 Pazar

İstanbul'un Büyüsü

Erken kalkmayı hiç sevmem haftasonları ama nedense bu sefer sabahın 7 sinde hortladım. Tekrar uyumak için çok kararlı döndüm de döndüm, olmadı. İçeriğinde İstanbul'un zaten bildiğim güzelliği fakat çok da inanmadığım büyüsünü barındıran Buket Uzuner'in son romanını elimde süründüre süründüre okumaktayım bu aralar, aldım biraz karıştırdım, derken uyku geri geldi göz kapaklarımdaki yerini aldı. Sonra Buket Uzuner ile İstanbul'da, Taksim'deydi sanıyorum, buluştuk. Çok net olmamakla birlikte, Istanbul kazan biz kepçe gezdik de gezdik, Uzuner'in kafasında romanına inanmayan okuru, benim kafamda ama bu şehirde binalar çöküyor durduk yere iddiası. Onda bir yazarın ağırlığı ve bilgeliği bende ise sevdiği bir yazarla buluştuğuna inanamayan bir okurun hayranlığı ve ilgisi. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor, bütün gün dolaşmanın verdiğini yorgunlukla artık geri dönmek istiyorum fakat Uzuner beni çok özel bir yere götüreceğini söylüyor. Yürüdükçe kalabalık azalıyor, azalıyor, kimse kalmıyor etrafta. Issız taş yolda ilerlerken paslanmış metal bir kapı çıkıyor karşımıza, ben "Buket Hanım çok geç olmadı mı geri dönsek, burası da çok ıssız bir yer" diyorum, Uzuner kapıyı tıklatıyor, izbandut gibi bir adam açıyor kapıyı, ben bir anda geri çekiliyorum. "Hoşgeldiniz Buket Hanım, sizi görünce çok sevinecekler, herkes burda" diyor, ve biz giriyoruz içeri. Kapıdan girer girmez ve kapı arkamızdan büyük bir gürültüyle kapanır kapanmaz hava aydınlanıyor, karşımızda 2 katlı eski bahçeli ahşap evler. Azıcık yürüyüp birinden içeri giriyoruz, dışı kadar içi de eski. Uzuner'i sarılarak karşılıyorlar, sanıyorum anneannesi ve kardeşleri, ve sanıyorum beni görmüyorlar. Evin içinde gezinirken bir anda gözüm pencereden görünen manzaraya ilişiyor, yaklaşıyorum pencereye bakıyorum ve bütün boğaz karşımda. Oldukça geniş açılı çekilmiş olmalı zira boğaz bir taraftan diğerine karşımda. Denizde minik kayıklar var, tepeler yemyeşil, ne muazzam ve büyüleyici bir manzara. Dışarı çıkıyoruz daha sonra, bahçeye, bütün boğaz manzarası gözümün önümde hatta ayaklarıma kadar uzanıyor deniz, o kadar berrak. Herkes suda, ben bu mikroplu denizde yüzmem diyorum, bir süre direniyorum. Bakıyorum çocuklar bile yüzüyor, ben de giriyorum denize ve "boğazda" yüzüyorum. Uzuner'de kenardan bana ilk defa gülümsüyor. Upuzun ve çok eğlenceli bir günün ardından yine akşam oluyor, ben hazırlanıyorum, Uzuner beni evin kapısından geçiriyor, yolu biliyorsun nasıl olsa diyor. Bu sinema filmi tadındaki rüyadan uyanınca pek bir mutlu oldum, günüm güzel geçti. Romandaki büyüye inanıyor muyum artık, bilmem ki.

17 Nisan 2007 Salı

Ankara'ya bir dönüş daha..

Büyüdükçe ailemize, özellikle de annemize daha mı düşkün oluyoruz ne. Bu kadın olmakla ilgili bir duygu mu, hani bütün kadınlar bir gün mutlaka annesine benzer misali; Küçükken, ilk gençlikte anneyle yaşanan zıtlaşmaların ardından 30 ların başında aslında birbirinizi çok da iyi anladığınızı keşfetmek hani. Yoksa, artık kendi kurduğumuz ailemizin başında olduğumuzdan, kendi evimizi idare ettiğimizden ve şımarıklık hakkımızın çok çok kısıtlı olduğu bir döneme çoktan girmiş olduğumuzdan mı bu düşkünlük? Ben tüm şımarıklığımı yaptım geçen hafta, hatta fazla fazla yaptım ki dönünce stoktan kullanabileyim diye.


"Şu tepenin arkasında deniz var" rahatlığı diyorum ben. Küçüklüğümden beri denizi olan şehirlere veya kasabalara giderken otobüsün, arabanın deniz tarafındaki cam kenarına oturmam bu yüzden. Bu rahatlıkla bir hafta geçirdim, dinlendim, kendime geldim. 40 kere söyleyince oluyor ya dilekler, tekrar söylüyorum, İzmir'e taşınmalıyız. Trafikte 60 la gitmeli, yolda tebessümle ve acele etmeden yürümeli, istediğimizi giyebilmeli, çimlere yayılıp denizi seyretmeliyiz; ve belki işe giderken de vapura binmeliyiz.

14 Nisan 2007 Cumartesi

Cumhuriyet Mitingi

Ankara'da Cumhuriyet için yürünürken, İzmir'de de bütün balkonlarda Türk bayrakları asılıydı; kendini bilmezlerin "gavur" diye tabir ettiği şehirden bir kare.

11 Nisan 2007 Çarşamba

Mantı Günü

Sanıyorum her ailede şenlik havası yaratan, yapılması için verilen uğraşlar sırasında mutfak kapısını aşındırtan bir yemek türü vardır. Bizde de bu yemek cevizli keşli mantıdır. Küçükken hatırlıyorum anneannem açardı mantı, bir de kalabalığız artık bayram mıdır seyran mıdır toplanmışız, anneannem annemlerle birlikte saatlarce hamur açıyor. Offf zaman geçmek bilmez, tıkabasa mantı yemek için hiçbir abur cubur konmaz ağza akşama kadar. Mantılar kaynar suya atıldıkça böyle içim hop eder, ağzım sulanır. Bugün yine annem mantı kıyağı yaptı bize. Yine mutfağın kapısında bekleşip durdum. Bizim mantı da farklıdır ha, daha bir güzeldir övünmek gibi olmasın. Hamur böyle açılır, içine etleri konulur, üçgen şekilde kapatılır. Suya atılır pişirilir, çıkarılır, tabaklara alınır. Ceviz bildiğimiz ceviz, keş dediğimiz ise ekşitilmiş, kurutulmuş peynir kalıbıdır; böyle rendelenir, rendelenmiş cevizle karıştırılır böööyle mantının üstüne serpilir, sonra üstüne de kızarmış köy tereyağı dökülür afiyetle yenir. Bu mantı geleneği belli ki anneden kıza geçiyor, karar verdim ben de hamur açacağım Ankara'ya dönünce; bu beceriksizlikle nasıl olacak bilmem ama, yok yok, hamur açıp mantı yapacağım, kararlıyım.

10 Nisan 2007 Salı

İzAir vs THY



Ankara-İzmir arası uçuşlarda THY'nin saltanatı sürüyordu fakat sanıyorum İzAir ile bu saltanat oldukça sallanacak.Bu sabah Pegasus Havayollarının İzAir işbirliğiyle yaptığı uçuşlardan biriyle geldim İzmir'e, neredeyse otobüs fiyatına. THY nin farkı mı ne? Yok efendim bir farkı, ayrıcalığı falan, çok da rahat geldim İzAir ile hatta artıları bile var. Ben öyle uçaklardan falan çok anlamam ama çok başarılı bir kalkış ve iniş gerçekleştirdik, hani öyle kelle koltukta havayolları misali değil. Ayrıca, THY nin kazulet ve ukala "crew" ının yanında, İzAir gişe çalışanları, host ve hostesleri süper güleryüzlü, pek bir İzmir'li (anlaşıldı mı, güzel ve yakışıklı diyeyim anlaşılmadıysa); hatta kaptan pilotun bile bilgi verirken ayrı bir pozitif ses tonu var.İzAir'in henüz yeni olması nedeniyle bazı günlerde uygun uçuş bulunamayabilir ama bunun da zamanla halledileceğini düşünüyorum. Kısacası İzAir ile uçalım, uçuralım.

Haa bu arada, sanıyorum ben THY nin uçuşundaki 45 YTL lik farkın (ki bu fark çoğu zaman 100 YTL ye kadar çıkıyor) nerden olduğunu da anladım, adamlara haksızlık etmemek lazım. Efendim, şimdi bu THY sanıyorum verdiği dandik ekmek arası kaşarı bu fiyata yaptırıyor, çünkü İzAir deki tek fark ekmek arası ince kaşar yerine tarçınlı küçük bir kek veriyorlar, ikramsa ikram işte. Biz kahvaltı etmeye gelmedik ki uçağa, değil mi?

9 Nisan 2007 Pazartesi

Bir Evhanımlığı Günü

Sabah kalktım, tostumu yaptım, portakal suyumu sıktım, geçtim televizyonun karşısına Aydın'ın Yemek Saati programını seyrettim. Seyrettim efendim seyrettim, şaka değil Aydın'ın programını seyrettim, çok da eğlendim itiraf ediyorum. İzinli günlerin sabahlarında (ama haftaiçi olacak) kahvaltımı bu tip kadın programları seyrederek geçirmeyi seviyorum, öyle boş, öyle kasılmadan, rahaaat rahaaat. Tabii fazlası zarar, çok seyretmemek lazım. Bu tip programlar çok fazla seyredilirse beyinde kalıcı hasar bırakabilir. Sonra, bir yemek yapmaya girişmişim, ben bile şaşırdım. Yarın İzmir'e gidiyorum ya, kocaya yemek bırakmak lazım, tatlı bişiler bırakmak da lazım ki sevinsin gariban. Offff yemek yapmak da çok uzun sürüyor, bir de yoruyor ayrıca. Saat 16.00 olduğunda kremalı pastam ve yemeklerim hazırdı. Hazırdı hazır olmasında da, evi toplayacaktım daha ama çok da yoruldum, azıcık uzansam... 1.5 saat uyuyakalmışım. Esra'm geldi bir kahve içtik, sonra biraz evi topladım. Temizlik falan yapmadım ha, sadece ortalığı topladım. Sonuç olarak çok yoruldum... Arada 1.5 saatlik şekerlemeye rağmen yoruldum. Ev hanımı olmak da zor, çalışmak da zor, hem çalışmak hem ev hanımlığının ucundan tutmaya uğraşmak zor, ev geçindirmek zor, eve bakmak zor....

Ve işin komiği şimdi düşünüyorum da kimse bugün yaptığım işler için bana para vermedi.

8 Nisan 2007 Pazar

Haftasonu

Kaç senelik arkadaşlığımız var? Sanıyorum 19 sene civarı. Şaka maka bütün çocukluğumuza, ergenliğimize, gençkızlığımıza, kadınlığımıza tanık olduk, biz birbirimizin kısa pantolonlu hallerini biliriz misali. Hala ilk çevirdiğim numarasınız sıkıntımda, sevincimde; bu arkadaşlığı, dostluğu bu kadar taşıyabilmek, şehirlerarası yaşayabilmek ne güzel. Bu lakırdı ne için; Ceren geldi bu haftasonu Ankara'ya, Cuma günü verdiği ani yolculuk kararının ardından Cumartesi sabah kahvaltısında dedikodu yaparken bulduk kendimizi. Ekin gelemedi çünkü hatun İstanbul'da nöbetçi mimar olarak görev yapıyor, bunu da burada kayıtlara geçiyorum efendim; okundukça hatırlana ve bir daha yapılmaya. Sonra gezdik de gezdik bütün gün, gezdik anlattık, oturduk anlattık; kadının kadına anlatacağı bitmez ya. Akşam kocayı da aldık, yine Karabük'ten aynı lisede okuduğumuz Ceren'in diğer arkadaşları ile buluştuk. Hepimiz aynı liseden fakat farklı dönemlerdeniz, birbirimizi hayal meyal hatırlıyoruz, aklımızda lise hallerimiz; Ceren isimlerden bahsediyor ama hatırıma çok da getiremiyorum, farklı dönemleriz ya; biraraya gelindi, isimler yüzlerle eşleşince anlamını buldu, ve farkedildi ki herkesin ifade aynı, ama büyümüşüz be kardeşim, büyümüşüz. Biz kadın olmuşuz, çocuklarda adam olmuşlar. Oturuldu, sohbetler edildi güzel güzel. Biz Karabük'ün temiz yüzlü çocukları nerede biraraya gelsek temiz temiz gülüyoruz ya, daha ne olsun.

Pazar günü mü? Yedim, içtim, yattım, kalktım, Cnbc-e deki tüm dizileri seyrettim. Pazar gününü ben Yayar günü olarak geçiriyorum artık :)

5 Nisan 2007 Perşembe

Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi

Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi serisi toplamda 40 kitaptan oluşuyor. Ben ilk 5 ini edindim, 40 ı tamamlayacağım fakat taksit taksit tabii; Türk fotoğrafını kendi çapımda destekleyeyim, güzel de bir arşiv yapayım derken cebimde büyük bir delik açmak istemem. Her bir kitap bir Türk fotoğrafçısını tanıtıyor ve kitap dahilinde bu fotoğrafçının 40 eseri bulunuyor. İlk 5 sayı, İzzet Keribar, Gülnur Sözmen, Recep Dönmez, İbrahim Zaman, Gültekin Çizgen ve Ara Güler'e ait.

4 Nisan 2007 Çarşamba

Bu Nedir?

Ben buna kısaca "limonu salata ve çorbaya çekirdek kaçırmadan sıkma aparatı" diyorum, çok da işe yarıyor. Vapurda değişik değişik adamlar ortaya çıkıp, ilk görüşte ne işe yaradığını anlamadığımız türlü türlü araç gereçleri ceplerinden çıkarıp, insanlar meraklı bakışlarla bakarken de diğer cebinden yardımcı malzemeleri çıkarırlar da, orda bi çırpıda gösterisini yapar ya, işte o adamlardan aldık biz bunu Karşıyaka-Alsancak vapurunda. Bunun sayesinde şişede satılan limon hissi uyandırmayan limon sularından kurtuldum. Çünkü ben limonu kesip sıkacakta sıkmaya üşenen bir insanım, itiraf ediyorum. Neyse, bu vapurda araç gereç satan adamları da seviyorum ben, Ankara'da yok ya ondan herhalde, denizi olan şehirlere özgü birşey, bizim sahip olamadığımız.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...