24 Şubat 2012 Cuma

Aklıma geldi öylesine..


Ben öğrenciyken internet yoktu, hatta ilk yıllarımda cep telefonu da yoktu –tam kart olmuşum ya-, dolayısıyla ne bankaların internet şubeleri, ne üniversitelerin online işlem menüleri vardı,  her türlü belgeyi çekmecemizde saklamak, sadece bir gün yapılan ders kayıtlarında okulda bulunmak ve beklemek zorundaydık, hatta ders kayıt gününü de okula gidip her bölümün kendi katında asılı olan tarih ve saatlere bakıp not alırdık, sınav sonuçlarını da böyle öğrenirdik, hocalar notları elle yazıp bölüm katındaki panolara asarlardı, harç yatırmak için saatlerce bankada sıra beklerdik. Belgeleri çekmecemizde saklardık dedim ya, her dönem yatırdığımız okul harçlarının makbuzlarını saklamak zorundaydık, çünkü hayatımız online değildi, arkadaşlarımızla facebook da değil Tenedos cafede sohbet ederdik, bilmem kaç aylık hesap geçmişimize tek tıkla ulaşamazdık. Okul biterken öğrenci işlerinin herkese yaptığı üzere çıkaracağı harç borçlarına karşı bir önlem almak üzere, “Bakınız okuduğum 5 senenin tüm harç ödeme makbuzları burada” diye hafiften buruşmuş, sararmış, ödeyenin gözü gibi bakmış olduğu makbuzları hoop diye öğrenci işleri memurunun önüne sererdik. Bir de yurtta kalıyordum ben, ufacık çelik dolaba sığdırmak zorunda olduğum bir dolu eşyam vardı, makbuzları da kazaklarımın altına sıkıştırdığım bir kutuda saklardım. Okulu bitireceğim dönemde bana dert olan iki konudan biri buydu.

Önce diğerini anlatmak istiyorum ama, okulda şiir dersini veren uyuz mu uyuz bir öğretmenimiz vardı, kanlı canlı, ılık ılık ders anlatacağı yerde ancak ilk üç sıranın duyabildiği ses tonuyla hep aynı noktaya bakarak ders anlatıp beni şiirden soğutmuştu resmen (öğretmenlerle ilgili böyle şeyler söylemek ayıp oluyor belki ama yıllarca o kadın yüzünden şiir okumadım ben); işte bu kadının dersinden kalmışım ben rüyalarımda, bir sonraki dönemde de tekrar almayı unutmuşum, hatta mezuniyet gelene kadar kimse de bana çıkıp dememiş sen bu dersi veremedin diye, diploma alma zamanı gelmiş öğrenci işlerinde bitişimi alacağım, memur bana tak diye demez mi “aaa siz şiir dersinden kalmışsınız 2. sınıfta onu vermeniz lazım”. Rüyanın kabusa döndüğü andır bu, başımdan aşağı kaynar sular dökülür ve ben kusa kusa çalıştığım dersi tekrar tekrar alacak olmamdan kaynaklı streslere boğulurum ve bir türlü mezun olamam. Bir türlü mezun olamadığım bu rüyamda defalarca öğrenci işlerine gelip aynı haberi alırım. En birincisi ise rüyamda sürekli harç makbuzlarımı kaybettiğimi ve bu yüzden diplomamı alamadığımı görmemdi. Bütün derslerimi vermişim, okul bitmiş, gönüllerde bir rahatlama havası, bir yandan ne yapacağım kaygısı ve korkusuyla öğrenci işleri kapısına dikilir, kah memurların keyfine göre kah kapıdaki sıraya göre bekler de bekler sonra sıra bana geldiğinde memura harç makbuzlarımı uzatır, memurun makbuzlara bakıp “ama sizin harçlar eksik” demesiyle panikten paniğe koşar, ağlamaya başlardım. Rüyam ise sürekli makbuzları sayarak biterdi, tam olan makbuzlar ben öğrenci işleri memuruna gelene kadar eksilirdi. Hep panik halinde uyanırım bu iki rüyadan, kan ter içinde, sıkılmış ve sıkışmış olarak.

Mezun olurken kafam nasıl karışıkmışsa, ne istediğimin nasıl farkında değilmişsem, nasıl yanlış şeylerin peşindeymişsem, nasıl panik olmuşsam ve bütün bunları nasıl farkında değilsem bu bilinçaltıma öyle bir kazınmış ki, aynı kabusları hala görüyorum ben. Mezun olalı ondört yıl oldu be, insaf. Evden çıkarken her seferinde “aman ocak açık kaldı mı”, “aman ütüyü fişten çektik mi” diye sürekli hayıflanan ve sonunda kilitli kapıları açtıran, hiç üşenmeden yoldan geri döndürtüp ütüyü ve ocağı kontrol ettirten, hep dediğim dedik inatçı bir kadın olup da nasıl bu kadar kararsız olduğuna hiç akıl sır erdiremediğim bir anneyle büyümüş olmanın da bunda payı olmalı. Hep bir şey unutacağım hissiyle büyümüş bir kadın olmak, belki de bu nedenle hep beş dakika önce neyi unuttuğunu hatırlamaya çalışarak yaşamak, hep ana biraz geç kalmışlık hissini hissedip pırpırlanmak, belki de bu nedenle hep kararsız kalmak, kararsızlıkla geçirilmiş zaman dilimleri tükendiğinde kararsızlıkla verilmiş kararlar almak, alelacele. Bir restoranda masayı seçerken kararsız olmak, sonra oturduğun masayı beğenmemek, tabaklar gelene dek “acaba kalkıp şu masaya mı otursaydık” demek, yemek boyu arada bir o masaya bakmak, o masaya oturanları kıskanmak, hesabı ödeyip çıkarken bile aklı diğer masada kalmak, diğer masalarla kafayı bozmak, ruhu bunaltmak. Bu yazıyı yazarken üniversitenin ilk senesinde her haftasonu ailemin yanına gitmek için otobüsle gittiğim üç saat süresince dinlediğim şarkıyı dinlemek, üniversitemin web sayfasını açıp hocalara bakarken özlemek, kaliteli çoğu hocanın kaçtığını bir kez daha görüp üzülmek, sınıf arkadaşım olan diğer masaların yard doç olduğunu, çevirmen olduğunu görmek, kıskanmak. Konu çok başka yerlere sapmak, ben bu yazıyı bitirmek.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Okuyup da not almadıklarım...




Vurun Kahpeye-Halide Edip Adıvar 

Bu eseri bu yaşa kadar okumamış olmak ne büyük ayıp dediğinizi duyar gibiyim. Ama zararın neresinden dönülse kardır. Okumuş olmam gereken o kadar çok roman var ki aslında. Arada bir onlardan serpiştireceğim araya. Vurun Kahpeye okurken bugün aslında çok da farklı bir yerlerde olmadığımızı bir kez daha kafama kafama vurdu. Selim İleri çok güzel bir sonsöz yazmış bu roman için. Bu sonsözün son paragrafını yazabilirim buraya "Yetmişi aşkın yıl sonra, Vurun Kahpeye toplumların yükselişinde ve sancısında "eğitim"in önemini vurgulamasıyla yine gündemde. Eğitime kavuşmamış kişilerin gitgide vatan hainliğine, nihayet insanlık düşmanlığına yol alabileceklerini, bu büyük tehlikeyi söylüyor."

Can Yayınları, Eski harflerle 1.basım 1926, Latin harfleriyle 1. basım 1943, Can Yayınlarında 1. basım 2007, okuduğum 5. basım, 207 sayfa

Şeker Portakalı - Jose Mauro de Vasconcelos

İşte bu yaşa kadar okumadığım bir kitap daha. Okumadığım için hep kendimi suçlu hissettiklerimden. Kuzu okumayı öğrendiğinde okuyacağı kitapları ben okumuş olmak istiyorum aslında olayım o. O okuduğunda benim de fikrim olsun istiyorum. Ya da kitaplığımı karıştırırken çocuk yaşlarda kendine uygun kitaplar bulsun istiyorum. Kitap olan evde çocuklarda okur diye düşünüyorum, çok mu pozitifim... Neyse, cahilliğime verin ama ben Şeker Portakalı'nın bu kadar acıtıcı bir roman olduğunu bilmiyordum. Hem kimseye bulaşmak ve hem de kimsenin bana bulaşmasını istemediğim bir günde okudum bitirdim Şeker Portakalı'nı. Neredeyse tüm roman boyunca Zeze'yi itip kakan herkese uyuz oldum. İlk başta bir çocuk bu romanı nasıl okuyacak iye düşünmüştüm aslında hani bu kadar itilip kakılmadan etkilenmez mi diye ama aslında bütün roman boyunca belki de en çok çocukların anlayabileceği ve dikkat edebileceği bir durum var ki, o da biz büyükler ne kadar kafaları basmaz diye düşünsek de çocukların algıları bizim gibi sınırlandırılmış olmadığından herşeyi çok daha açık ve net görebiliyorlar.

Can Yayınları, 101.basım 2009, 197 sayfa 

Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı

Birçok blogda görüp aldım bu kitabı. Barış Bıçakçı'yı duymamıştım. İyi ki duymuşum. İyi ki okumuşum. Tamamen tesadüf eseri kısa bir zaman zarfında, yazar olmaya, kitabını bastırmaya çalışan üç ayrı adamın hayatına ilişkin önce bu romanı okudum, sonra Woody Allen'ın You Will Meet a Tall Dark Stranger filmini izledim, şimdi ise Murat Gülsoy'un Bu Filmin Kötü Adamı Benim romanını okuyorum. Kesinlikle bilerek seçmiş değilim, tesadüf eseri hepsi ardı ardına geldi. Hepsinin benzer yönleri vardı tabii, ama her birini okumak ayrı bir keyifti. Barış Bıçakçı okumadım dedim ya, dolayısıyla "o böyle yazar" şeklinde bir fikrim de yoktu. Hatta belki ilk okuma için yanlış bir kitaptı belki de. Bu yüzden akıllı bıdık yorumlar yazamayacağım henüz ama. Bir kaç blogda okuduğum kadarıyla Barış Bıçakçı hayatın çok basit detayları üzerine yğunlaşan bir yazarmış, ne bileyim mesela esas oğlanımızın iç sesinden okuruz tüm hikayesini ve herhangi bir anda düşüncelerini okurken elindeki kavanozdan çıkan sesi de duyarız, işte böyle yazarmış Barış Bıçakçı, gerçekten de öyle. Sevdim kendisini çok, Murat Gülsoy'u daha çok seviyorum ama, itiraf etmem lazım. Önder vs Cemil konulu birşeyler çiziktirmeli aslında. Belki sonra. Romanın toplu konut kısmı hem arka kapak tanıtımında hem de ön kapak resminde fazlaca vurgulanmış, oysa romanın esas oğlanı ve esas kızı toplu konutta yaşamakta ve romanın pek az kısmında toplu konut yaşamına ilişkin notlar yeralmakta. Bence alakasız. Son zamanlarda okuyup da en çok etkilendiğim, hatta okuyunca vurgun yediğim cümle ise bu romandan. Bu cümle kadar hissediyorum işte kendimi ben de. Budur yani.

"Kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz." (s.65)

İletişim Yayınları, 1. basım 2011, 166 sayfa 

Deniz Taşları - Yiğit Okur

Yiğit Okur'u seviyorum. Romanlarını birbiri ardına okuyamam ama kafa yoran, can sıkan okumaların arasında çok iyi gider. Yiğit Okur romanları boğmaz beni çünkü, sıkmaz, moralimi bozmaz. Yiğit Okur karakterlerini öyle bir yaratır, olay örgüsünü öyle bir düzenler ki bana dışarıdan seyretmek kalır. Film gibi okurum. Nasıl ifade edeceğimi bilemedim ama karakterlerin başına ne gelirse gelsin, bunu öyle bir anlatır ki Yiğit Okur "zaten böyle olması gerekiyordu" der, biraz hüzünlenir ama kendinizi paralamazsınız. Yazar olayları çok deşmez, neyse odur ve hatta biraz düzdür. Eski Türk filmlerine benzetiyorum ben romanlarını. Deniz Taşları'da liseden beri arkadaş bir grup insanın hayat hikayesini konu alıyor. Kavuşamayan aşıklar, oradan oraya savrulan genç insanlar, tercihler, biraz tarih ve tabii ki burjuvazi. Ruh yaralayan okumaların arasında okunabilir.

Can Yayınları, 6. Basım 2008, 554 sayfa

3 Şubat 2012 Cuma

Anket defterinizi doldururum tabii ki de...

Bu sobelenme, mimlenme falan filan her neyse ben çok seviyorum itiraf edeyim. Ortaokuldayken anket defteri yapardık, tamam kabul ediyorum çok gerizekalı hareketlerdi bunlar, çizgisiz deftere abuk subuk artist fotoğrafları yapıştırıp, "sevdiğiniz oğlanın isminin 3.harfi" gibi sorular sormak , ama ben bayılırdım o soruları teek teek cevaplamaya, bir döşerdim cevapları, sanki en az beşyüz kelime olması gereken kompozisyon yazma ödevimi yapıyorum, o derece.(vardı değil mi ya, en az beş yüz kelime olması gereken kompozisyon ödevleri, bitirir sonra da sayardık kaç kelime olmuş diye, insanı yazmaktan soğuttu muhtemelen) Hatta bu anketlerle ilgili bir tezim bile var, sonra deşilebilir belki ama kısaca, ben, taşrada, kızların aşklarını meşklerini, zevklerini, istediklerini rahatça yaşayıp konuşamadıkları bir zamanda lolita oldum, belki de bu yüzden zevkliydi o defterleri gizli gizli doldurmak. Psikolojik danışmanlarımız anket defterlerimiz. Nasıl görünmek istiyorsak öyle olduğumuz defterler, nedense özeldiler, birkaç soruda arkadaşımla ilgili bilmediğim şeyler öğrenme ihtimali belki. Neyse, bir itirafım daha var...ben gazetelerde felan çıkan saçma sapan testleri çözmesini de çok severim. A lar çoksa yağmurlu gecelerin kadınısınız, B ler çoksa duygusal bir maceraperestsiniz, C ler çoksa hemen doktora gibi üçbeş soruda karakter analizimi yapan testler var ya, onlar işte. Bazılarına çok gülmekle birlikte, bazılarında da "aaa bak aynen de böyle bir insanım" deyip sonra utandığım testler. Sobelenenlerin cevaplarını da severek okuyorum ayrıca. 

Sadede geleyim artık. Kakara Kikiri tarafından sobelenmişim. Sorular biraz alakasız ama onunla alakası yok bu konunun. 

1. Sence çok anlamlı bir söz?
  "Sana ne", "Bana ne"...psikoloğum beni mutlu edecek sihirli sözcüklerin bunlar olacağını söyledi...evet öyle gerçekten de.

2. Makyajında olmazsa olmazın?
Şimdi bu soru çok alakasız olmuş. Kırmızı ruj (öhöm çok mu iddialı oldu, aslında hep evde unutuyorum ruju ama yanımda olsa her gün sürerim)

3. Uyguladığın güzellik tüyosu nedir?
Bir paket yaş mayayı sütle cıvıklaştırıp her hafta suratıma maske yapıyorum. Ilk başta cıvık olan maske surata sürülünce katılaşıyor. Sonra da pamık gibi yumuş yumuş oluyor. Kırışıkları da engelliyormuş ama onu bilemiyorum, sanırım engellemiyor :(

4. En sevdiğin çiçek?
Kaktüs.

5. Nefret ettiğin bir şey?
Maydanoz. Ööyyk.

6. En çok sevdiğin iltifat? 
Hepsi.

7. Favori kitabın?
İnci Aral'in tüm kitapları.  

8. Sana görünüş olarak yakın bulduğun ünlü?
Pink. benim Pink den neyim eksik ya.Azıcık sesim olsaydı daha iyi olurdum bile.

9. Herkesin beğendiği ama senin sevemediğin bir ürün?
Yok böyle birşey.   

10. Şu an en çok almak istediğin kozmetik ürünü?
Hala aylar önce aldığım kozmetik ürünlerinin taksitlerini ödediğimden kelli bu soruya cevap vermem bile tehlikeli olabilir.

Ohhh muradıma erdim.

Şimdi benim de üç kişiye top atmam lazım. İki kişiye atsam olmaz mı...daha çok yazsınlar diye o da..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...