22 Temmuz 2010 Perşembe

Çatıkatı Aşıkları - Şükran Yiğit

Romanın baş karakteri Süreyya Hanım 60 yaşlarında Istanbulda yaşayan ve bir mahalle kırtasiyesi işleten bir teyzedir. Süreyya Hanım'a daha romanın başında kanım kaynadı, çok sevdim. Okurken sürekli Süreyya Hanım karakterini Nazlı Eray'ın kendisi gibi hayalimde canlandırmışım nedense, cayır cayır yanan kırmızı saçları ve gülen gözleriyle kırtasiye işleten Süreyya Hanım...aslında romanda böyle bir betimleme de yok Süreyya Hanım'a ilişkin.Roman Süreyya Hanım'ın 2 tane çatıkatı dairesi için dükkanının kapısına kiralık ilanı yapıştırması ile başlıyor. İlan öyle sıradan bir ilan da değil, "Güneyli Bayan" ve "Niteliksiz Adam" arıyor Süreyya Hanım. Sanırım daha romanın başından böyle uçuk bir kadın olması bana Nazlı Eray'ı hatırlattı. Süreyya Hanım kiracılarını bulur, Laden ve Mercan. Çok akıllı ve entel bir çaycı olan Mercan'a kanım tamamen ısınmışken, böyle tüm roman boyunca anlamadığım bir takım tripler peşinde olan Laden karakterini hiç sevmedim. Bir de Berrin Hanım karakteri var ki, tam bir kırık. Süreyya Hanım'ın Berrin Hanım'ı tersleyerek dükkanından  kovmasıyla birlikte heyecanlı olaylar dizisi başlar. Bu heyecanlı olayları çözmeye çalışırken Mercan, Laden ve Süreyya Hanım çok güzel bir dostluk kurarlarken, geçmişleriyle de hesaplaşırlar. Çok sade ve akıcı bir dili var, rahatlıkla okunuyor. Bir aşk romanı olmaktan uzakken neden "Çatıkatı Aşıkları" gibi bir isim seçilmiş romana pek anlamadım aslında. Kapak tasarımı da romana uygun olmuş, karlar alrında 2 camlı bir çatıkatı, camın birinde bitki var diğeri boş, çok güzel. Şükran Yiğit'in diğer kitaplarını da okuyacağım. Yazarın bir de günlüğü var , http://metrogunlugu.blogspot.com/
..........
“Ben”, diye söze başladım, sizden hiçbir şey saklamadım. Ben, sadece hatırlayacak gücü bulamadım. Hatıra dediğimiz şey, şu bizim sokağın başında restore edilen ev var ya, işte aynı o ev gibi bir şey. Önce olanı korumaya çalışıyor insan, öyle kalsın istiyor, öyle kaldığını düşünüyor, gönlünden geçenle arkasında bıraktığını bir zannediyor, ama sonra başka bakışlar, başka hatıralar, başka hayatlar giriyor araya ve bir de dönüp bakıyor ki, artık yıkık dökük bir evde oturuyor. O zaman başlıyor evi kıyısından köşesinden onarmaya. Merdivenleri yaptırıyor, yaptırırken iki basamak eksiltiyor. Penceleri boyatıyor, yine eskisi gibi yeşile boyatıyor ama biliyor o yeşilin eski yeşil olmadığını.
Sonra yeni kapılar yaptırıyor, ufak tefek onarımlara girişiyor, balkona çiçekler koyuyor ama nafile... Bir türlü çürüyen ahşabı yerinden söküp atamıyor. Bir gün nihayet anlıyor ki, her şeyi yıkıp yeniden yaptırması lazım. Ama buna da gücü yetmiyor. İşte insan o zaman, zihni büyük bi şantiye, hafızası ise sürekli bir inşaat halinde yaşıyor ve bir tabela asıyor girişe: ‘İnşaata girmek tehlikeli ve yasaktır.’
............
İleşitim Yayınları, 1. Baskı, 2008, 251 sayfa

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...