1 Aralık 2011 Perşembe

Deli doktorumla ilk randevum...

Haftalardır yazacak çok şey olmasına rağmen yazmayışım, hadi yazmıyorum da takip ettiğim onca insanın günlüğünü okumayışımın nedeni güçlü bir kadın imajıyla ayakta durmaya çalışırken, aslında taaa içimde, çırpılan bütün kanatları yerlere bırakıp, bütün karizmayı çizdirip, birinin omzuna yatıp hüngür şakır, salya sümük ağlama isteğinden kaynaklıyor olabilir. Ama, bu günlüğe borçlu hissediyorum kendimi belli ki, izleyicim olan elliüç kişiyi seviyorum muhakkak ki, içimden hala yazmak gelmese de, ya da çok yazmak isteyip de nasıl yazacağımı bilemesem de, e tanıdık eş dost da okuyor diye zaman zaman endişelensem de, yazmak kendi kendinin omzunda ağlamak demek an azından.

Offf çok duygusal oldu, vıcık vıcık.

Psikoloğumla olan ilk randevumu anlatacaktım aslında. Psikolojiyle olan münasebetim, okuduğum onlarca psikoloji ve kişisel gelişim kitaplarından, psikolog arkadaşım Rabia'ya yazdığım maillerden öte değil. Yirmili yaşlarda okuduğum kişisel gelişim kitapları otuzlu yaşlarımın başında yerini annelik ve çocuk yetiştirme kitaplarının yanısıra kendini keşfettiren, eleştirttiren psikoloji kitaplarına bıraktı, otuz beşte ise "anla beni" nidalarıyla kanlı canlı bir psikoloğa gitme ihtiyacım doğdu. Yaşadığım uyanışı yönetebilmedeki beceriksizliğim, yüzme bilmeyen bir insanın okyanusta debelenip durmasını andırmaya başlayınca ve ağzıma burnuma kaçan tuzlu su canımı çok yakınca, herşeyi birbirine karıştırdım, daha iyi yüzebilmek için yüzme dersi almaya karar verdim. Profesyonel destek demek de ne demekse, kendi kendime yapmayı ve söylemeyi akıl edemediğim şeyler hakkında bana akıl verecek, bir ruh hastası olmadığıma beni inandıracak psikoloji okumuş insan kişisi işte. Hayat çok birbirine karıştı artık farkındayım, çok incindim onu da farkındayım, geçmişi çok sorgular oldum farkındayım, geçmişte yapmadıklarım üzerine çok düşünür oldum farkındayım, birçok şeyi değiştirmek için arzu dolu ama değiştirmek için gerekli gücü göstermeye üşenir oldum farkındayım, daha fazla düşünürsem yine her şey aynı kalacak, belki beş ay belki beş yıl sonra yine değişime aç kalacağımın da farkındayım, geceleri çok uzun uyuyor oluşum bir depresyon başlangıcı onun da farkındayım, kızıma olmadık zamanlarda bağırıyor oluşumun onun suçu olmadığının da farkındayım, beni sabote eden şeyleri hayatımdan çıkarmalıyım bunu farkındayım. Karışan hayatı şimdi yazarken bile toparlayamıyorum da, “kendime kendimi toparlamayı öğret bana” demeye gittim, “bağımlılıklarımı, alışkanlıklarımı değiştirmeye karar verdim ben, kimseye acımamayı öğret bana” demeye gittim, “benim ne kadar değerli bir insan olduğumu bana göster” demeye gittim, “istediğim gibi yaşamak için içimden hangi dehayı çıkarmak gerekiyorsa onu çıkartmama yardım et” demeye gittim. Çok karışmış, çok karıştırmıştım, “çöz” demeye gittim.

Randevumu alırken çok rahattım. Hafta içi benim çalışma saatlerimle onun çalışma saatlerini uyduramadık, Cumartesi sabahın körüne aldım ben de. Bu yüzden birkaç gün daha beklemem gerekti, sabırsızlandım, sabırsız ama rahattım. Cumartesi sabahı giderken yolda üst üste üç tane sigara içmiş olmamın nedenini de çözemedim o ayrı. Zaten dertlerimi, tasalarımı burada yazıyorum değil mi, tanımadığım insanlara bir şeyler anlatmakla ilgili bir sorunum yok. Hatta bunları burada neden yazdığımı soranlara açıklayamıyorum ama süper psikolog Rabia bunları yazmak bir terapidir dedi. Ha Rabia başka şehirde yaşıyor, neden ona gitmiyorsun diye merak ederseniz. Neyse, sabahın köründe gittim, hiç beklemedim. Asistana kendimi tanıttım, sonra içerideki odaya gittim, psikoloğumun yanına. Kahvem geldi sonra, sarı turuncu bir fincanda, tabaklı. Odada iki tane beyaz deri koltuk var, ben mor kadife olsa diye geçirmiştim içimden, nedense. Bir de böyle mor kadifeden uzun oturabileceğim bir koltuk hayal etmişim, filmlerin üzerimdeki etkisidir muhtemelen. Aldım elime kahvemi, tabağıyla birlikte, psikolog sordu, “buraya gelmek ne demek biliyor musunuz” diye, atladım “biliyorum” diye. “Konuştuğumuz her şey bu odada ikimiz arasında kalacak, bu yüzden açık ve net olmalısınız” gibi bir şeyler söyledi. “Tamam” dedim. Sonra, “size nasıl yardım edebilirim” demesiyle, soluk almadan bir saatten fazla konuştum, anlattım da anlattım, sanki yıllardır kapalı bir odada tek başıma kalmışım da kimseyle iki kelime edememişim gibi. “ya ne anlatmam gerekiyor onu bilmiyorum ama” dedim bir de utanmadan, “yooo ilk defa psikoloğa gelen biri için çok rahatsınız” dedi, bazen on yıl öncesinden, bazen dünden bahsettim, bir ondan bir bundan bahsettim, arada “çok karıştırdım değil mi?” diye sordum suçlu suçlu, “yok gayet iyi gidiyorsunuz” dedi. Çok rahattım diyorum hep ama anlatırken elimdeki kahve fincanını sıktığımı o fark ediyor, “sehpaya koyun isterseniz” diyor, azıcık utanıyorum, panikle "yok gerek yok,ben kahveyi hep böyle içerim" diyorum, iç sesim ekliyor "ne dedin şimdi sen mal". Ben anlatıyorum o dinliyor, ben anlatıyorum o dinliyor, arada not alıyor; yargılamıyor, şekillendirmiyor, eleştirmiyor, öğreten adamlık yapmıyor, bunları bakışlarında bile hissetmiyorum ya, allaah ne iyi bir insan bu; henüz emin değilim ama anlıyor beni galiba. O hiç konuşmadı neredeyse, ben konuştum da konuştum, anlattım da anlattım, adama konuşacak vakit kalmadı. Sadece arada “önce kendiniz, ne çocuğunuz, ne eşiniz, en anneniz ne de babanız, önce siz kendinizi mutlu edeceksiniz” dedi. Biliyorum bunları zaten ben, onca psikoloji kitabını boşuna mi okudum, ama, o söyleyince doğru geliyor, çok doğru geliyor.

Genelde burnunun dikine giden biri olarak tanımlar eş dost beni, kendi istediğimi öyle de böyle de yaparım, doğrudur. Ama serde inatçılık da var, o zaman ne yapmam gerektiğini söyleyen birinin söylediğinin tersini yapmamın olasılığı burnumun dikine gitme olasılığımdan daha yüksek. Sorun şurda ki, her ne kadar burnumun dikine gidiyor da olsam, istediklerimi hep istediğim doğrultuda da yapsam, o kadınlık vicdanım yok mu, işte o hep sessizce düşünür, iyi mi yaptım kötü mü yaptım diye; bir de yıllar yılı hiç fark etmeden üzerime giydirilen, abuk subuk zamanlarda abuk subuk yerlerde beni sıkıştırıp üzerimde baskı oluşturan kişisel tercihlerimin ve isteklerimin her koşulda kendimi suçlu hissetmeme neden olduğu duygusal yanılsamalarım yok mu, işte o da hep sessizce bekler bir yerlerde. Demem o ki, önce kendimi düşünmek zordur, önce bir anne olarak, sonra bir kadın olarak; birileri mutlaka fedakarlık ister, dile getirmeseler de ben kıllanırım; hatta şimdi böyle yazdığım için bile bir vicdan sızlaması ve suçluluk duymaktayım, nasıl ama?

Psikologum bana EMDR uygulayacak bu arada; özgür ve içinden sürekli gülmek gelen ruhumu yaşam şeklime adapte edebilmek için. Bakalım neler olacak… Ama psikoloğa gitmek güzel birşeymiş, aslında daha küçükken başlasak gitmeye, ayda bir, akıl sağlımız daha iyi olurdu, kimbilir; ya da facebook da orda burda ne kadar süper anne, ne kadar süper bir eş, iki yumurtadan tadından yenmez yemekler yapan ne mükemmel ev kadınları, ne kadar başarılı işkadınları olduklarını, bir de üstüne süper akıllı, sevimli çocuklar kadar mükemmel kocalara sahip, her birşeyi hobi edinen, her birşeyden anladıklarını haykıran kadınlar gibi olabilirdim... aşağılama kendini, yürü git yaaaa....

10 yorum:

Tully dedi ki...

:(( Benim yaşım sizinkinden küçük, çocuğum da yok ama ben neden sizin yazdıklarınızda kendimden bişeyler buluyorum? Lütfen yazmayı bırakmayın ve yazmaya devam edin..

Fatma dedi ki...

İlk görüşme iyi geçmiş anlaşılan, ne mutlu, insan hiç tanımadığı birine o profesyonel, yemin etmiş biri, ondan bir şey çıkmaz güveniyle anlatır da anlatırız, sadece bizi dinleyen, lafımızı kesmeyen, yeri gelmişken ha şu sıkıntım vardı benim de diye konuya atlayan arkadaşın gibi yapmayan, hatta acaba beni anlıyor mu diye şüpheye düştüğün yüzü mimikleri hiç değişmiyor bu psikolog kişisinin diye içinden geçirdiğin bir günün aynısını yaşamışlığım var benim de. Benzer bir deneyimi ben de yaşadım ama daha ilk 10 dk da bardaktan boşalırcasına derler ya öyle bir ağlama tuttu beni, ağladıkça ağladım, odadan çıktığımda sanki bir iki kilo vermiş gibi hissetmiştim. İşte ben bu yorumu yazarken size, bir az önce bahsettiğim arkadaş kişisi gibi oldum lafınızı bölmedim değil mi?:)

coraline dedi ki...

mrb tully,ne güzel yorum bu böyle.çok teşekkürler.benziyoruz seninle ondan olmalı.senin bazı yazılarında da ben 25 lerdeki halimi buluyorum ya, mutlaka benziyoruz:)

coraline dedi ki...

slm fadiş,rahatlık sonradan gözyaşlarına bıraktı kendini 2.seansta, anlatacağım onları da:)her dediğine doğru deyip seni gaza getiren arkadaşınla konuşmaktan farklı...ya da senin dediğin gibi araya girip bölen..ya da seninki de dert mi diye bakan..
yok sen bölmedin :) iyi geldi yorumun..

Adsız dedi ki...

Merhaba..
2006 yılından beri yazman takdire şayan bir hareket. Sanırım bu öncelikle psikoloğunun da dediği gibi bir "terapi" daha sonra da yabancılara daha kolay incilerini dökme meselesi.
Sen bunca zaman yazarak mutlu olmuşsun. Seninle ilgili-ilgisiz şeyler paylaşsan da yazmak seni mutlu etmiş.

Herkesin hayatı farklıdır. Senin de hayatında elbet güzel şeyler var! Sadece bunları görmeye çalış lütfen..

coraline dedi ki...

mrb, mrt..polyanna dan hallice bir insanım desem :)

çağla dedi ki...

yazılarını okudukça daha fazla hoşuma gitmeye başladın...

kendinle barışıksın.. terapiler seni çoook daha iyi edecek eminim. keşke herkes gidebilse.

coraline dedi ki...

mrb çağla,teşekkür ederim:)

seyabb dedi ki...

Evet iki yumurtadan şahane yemek yapan anneler var ama sizde harika yazılar yazıyorsunuz.

coraline dedi ki...

@kardeşim,çoook teşekkür ederimmmm.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...