8 Şubat 2012 Çarşamba

Okuyup da not almadıklarım...




Vurun Kahpeye-Halide Edip Adıvar 

Bu eseri bu yaşa kadar okumamış olmak ne büyük ayıp dediğinizi duyar gibiyim. Ama zararın neresinden dönülse kardır. Okumuş olmam gereken o kadar çok roman var ki aslında. Arada bir onlardan serpiştireceğim araya. Vurun Kahpeye okurken bugün aslında çok da farklı bir yerlerde olmadığımızı bir kez daha kafama kafama vurdu. Selim İleri çok güzel bir sonsöz yazmış bu roman için. Bu sonsözün son paragrafını yazabilirim buraya "Yetmişi aşkın yıl sonra, Vurun Kahpeye toplumların yükselişinde ve sancısında "eğitim"in önemini vurgulamasıyla yine gündemde. Eğitime kavuşmamış kişilerin gitgide vatan hainliğine, nihayet insanlık düşmanlığına yol alabileceklerini, bu büyük tehlikeyi söylüyor."

Can Yayınları, Eski harflerle 1.basım 1926, Latin harfleriyle 1. basım 1943, Can Yayınlarında 1. basım 2007, okuduğum 5. basım, 207 sayfa

Şeker Portakalı - Jose Mauro de Vasconcelos

İşte bu yaşa kadar okumadığım bir kitap daha. Okumadığım için hep kendimi suçlu hissettiklerimden. Kuzu okumayı öğrendiğinde okuyacağı kitapları ben okumuş olmak istiyorum aslında olayım o. O okuduğunda benim de fikrim olsun istiyorum. Ya da kitaplığımı karıştırırken çocuk yaşlarda kendine uygun kitaplar bulsun istiyorum. Kitap olan evde çocuklarda okur diye düşünüyorum, çok mu pozitifim... Neyse, cahilliğime verin ama ben Şeker Portakalı'nın bu kadar acıtıcı bir roman olduğunu bilmiyordum. Hem kimseye bulaşmak ve hem de kimsenin bana bulaşmasını istemediğim bir günde okudum bitirdim Şeker Portakalı'nı. Neredeyse tüm roman boyunca Zeze'yi itip kakan herkese uyuz oldum. İlk başta bir çocuk bu romanı nasıl okuyacak iye düşünmüştüm aslında hani bu kadar itilip kakılmadan etkilenmez mi diye ama aslında bütün roman boyunca belki de en çok çocukların anlayabileceği ve dikkat edebileceği bir durum var ki, o da biz büyükler ne kadar kafaları basmaz diye düşünsek de çocukların algıları bizim gibi sınırlandırılmış olmadığından herşeyi çok daha açık ve net görebiliyorlar.

Can Yayınları, 101.basım 2009, 197 sayfa 

Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı

Birçok blogda görüp aldım bu kitabı. Barış Bıçakçı'yı duymamıştım. İyi ki duymuşum. İyi ki okumuşum. Tamamen tesadüf eseri kısa bir zaman zarfında, yazar olmaya, kitabını bastırmaya çalışan üç ayrı adamın hayatına ilişkin önce bu romanı okudum, sonra Woody Allen'ın You Will Meet a Tall Dark Stranger filmini izledim, şimdi ise Murat Gülsoy'un Bu Filmin Kötü Adamı Benim romanını okuyorum. Kesinlikle bilerek seçmiş değilim, tesadüf eseri hepsi ardı ardına geldi. Hepsinin benzer yönleri vardı tabii, ama her birini okumak ayrı bir keyifti. Barış Bıçakçı okumadım dedim ya, dolayısıyla "o böyle yazar" şeklinde bir fikrim de yoktu. Hatta belki ilk okuma için yanlış bir kitaptı belki de. Bu yüzden akıllı bıdık yorumlar yazamayacağım henüz ama. Bir kaç blogda okuduğum kadarıyla Barış Bıçakçı hayatın çok basit detayları üzerine yğunlaşan bir yazarmış, ne bileyim mesela esas oğlanımızın iç sesinden okuruz tüm hikayesini ve herhangi bir anda düşüncelerini okurken elindeki kavanozdan çıkan sesi de duyarız, işte böyle yazarmış Barış Bıçakçı, gerçekten de öyle. Sevdim kendisini çok, Murat Gülsoy'u daha çok seviyorum ama, itiraf etmem lazım. Önder vs Cemil konulu birşeyler çiziktirmeli aslında. Belki sonra. Romanın toplu konut kısmı hem arka kapak tanıtımında hem de ön kapak resminde fazlaca vurgulanmış, oysa romanın esas oğlanı ve esas kızı toplu konutta yaşamakta ve romanın pek az kısmında toplu konut yaşamına ilişkin notlar yeralmakta. Bence alakasız. Son zamanlarda okuyup da en çok etkilendiğim, hatta okuyunca vurgun yediğim cümle ise bu romandan. Bu cümle kadar hissediyorum işte kendimi ben de. Budur yani.

"Kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz." (s.65)

İletişim Yayınları, 1. basım 2011, 166 sayfa 

Deniz Taşları - Yiğit Okur

Yiğit Okur'u seviyorum. Romanlarını birbiri ardına okuyamam ama kafa yoran, can sıkan okumaların arasında çok iyi gider. Yiğit Okur romanları boğmaz beni çünkü, sıkmaz, moralimi bozmaz. Yiğit Okur karakterlerini öyle bir yaratır, olay örgüsünü öyle bir düzenler ki bana dışarıdan seyretmek kalır. Film gibi okurum. Nasıl ifade edeceğimi bilemedim ama karakterlerin başına ne gelirse gelsin, bunu öyle bir anlatır ki Yiğit Okur "zaten böyle olması gerekiyordu" der, biraz hüzünlenir ama kendinizi paralamazsınız. Yazar olayları çok deşmez, neyse odur ve hatta biraz düzdür. Eski Türk filmlerine benzetiyorum ben romanlarını. Deniz Taşları'da liseden beri arkadaş bir grup insanın hayat hikayesini konu alıyor. Kavuşamayan aşıklar, oradan oraya savrulan genç insanlar, tercihler, biraz tarih ve tabii ki burjuvazi. Ruh yaralayan okumaların arasında okunabilir.

Can Yayınları, 6. Basım 2008, 554 sayfa

8 yorum:

Tully dedi ki...

Baştaki iki okuduklarım arasında, son iki okumadıklarım arasında hatta duymamıştım bile:) Ama sinek ısırıklarının müellifini çok merak ettim. Bi yandan yeni kitaplar almak için can atarken bi yandan da önce evdekilerini okumam hatta annemin kitap fuarından aldığı bir dünya kitap varken ne gerek var yeni kitap alamaya diyorum. Of çok moralim bozuldu şimdi:(

Culturella dedi ki...

Jose Mauro de Vasconcelos, yazdığı eserleriyle var olmaya devam ediyor hayatlarımızda..ben doğmadan önce vefat etmiş 1984 yılında..ben ortaokulda iken okumuştum Şeker Portakalını ve bu kitabın devamı olan Güneşi Uyandıralım ve Delifişek kitaplarını..Zeze'nin yaşadıkları beni çok etkilemişti..Şu an sadece o kitaptan aldığım tat var aklımda..Zeze'yi hatırlıyorum ama yaşadıklarını çok iyi hatırlayamıyorum üzerinden uzun yıllar ve başka kitaplar geçtiği için..ama derler ya, bir kitabı okuduğun yaş ilerledikçe,o kitaptan alacakların da değişir. bu yüzden güzel eserleri birkaç kez okumak gerekir diye düşünüyorum. ilk fırsatta tekrar okuyacağım Şeker Portakalı'nı..Diğer romanları da not ettim defterime..Barış Bıçakçı'yı ''Bizim Büyük Çaresizliğimiz''isimli kitabından ve filmden dolayı biliyordum.Bu kitabını da okuma listeme aldım hemen :)

coraline dedi ki...

mrb gulsah, neyse ki sen benim gibi 35 inde okumamışsın şeker portakalını:)ama dediğin gibi her yaşta farklı algılıyor insan okuduklarını:)

coraline dedi ki...

tully,aynı dert bende de var ya sorma.habire alıyorum kitaplığım bir sürü okumadığım kitapla dolu ama olsun okuruz hepsini bence :)

Zeugma dedi ki...

''Vurun Kahpeye'' ile ilgili ne büyük ayıp falan demez kimse. Aslında okunmalı tabii de, pek çok kişi sadece özetini okumuştur, benim bildiğim.
Bu dört kitabın tanıtımını senin cümlelerinle okumak güzeldi.
Barış Bıçakçı adını duydum gibi ama kim olduğunu sayende çıkardım.

En güzeli de duyarlı bir anne olarak çocuğundan önce okuyup ona gerektiğinde rehber olabilme çaban çok güzeldi...
Sevgilerimle :)

Adsız dedi ki...

Halide Edib Adıvar deyince benim aklıma sadece ve sadece "Sinekli Bakkal" geliyor. Babamdan bana kalma, bez cildi ayrılmış, sayfaları tek tek ele gelen bir kitaptı. On yaşımdaydım. Kokusunu unutamam.
Vasconcelos'u görece geç okudum, on iki yaşımda filan. Sonrasında da Güneşi Uyandıralım ve Kayığım Rosinha'yı da okumuştum. İyi ki aklıma getirdim, ben bunları benim haylaza okutayım.
Sinek Isırıklarının Müellifi'ni zaten yakın zamanda blogumda yazmıştım.
Yiğit Okur'un Deniz Taşları'na gelecek olursam...Ben kazandığı bir ödül sonrasında alıp başlamış ama okuyamamıştım. Ödüller kime ve neye istinaden veriliyor gerçekten bayağı bir düşünmüştüm. DediğiN gibi Türk filmi tadında, sabun köpüğü gibi. Önemli bir kurgu, üslup, dil yeteneği bence yok. Çok klişe gelmişti bana.
Öyle yani...

coraline dedi ki...

slm zeugma, çok tşkkk..

coraline dedi ki...

selgin, sinek ısırıklarının müellifini okuduktan sonra ilk senin bloğundaki yorumu okumuştum yanılmıyorsam.çünkü itiraf edeyim niye herkes çok sevmiş bunu diye merak etmiştim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...