13 Eylül 2011 Salı

Tatil...

Bayram tatili olmasaydı sanıyorum bu sene tatile gitme şansım olmayacaktı, yeni bir iş izinsiz bir yaz demek çünkü. İtiraf ediyorum "bayram"ları hiç sevmem ben, çocukluğumdan beri hiç hazetmem. "Nerde o eski bayramlar" durumu benden çok uzak, ben bayramların tatil fırsatına dönüşmüş olmasından memnunum. Ziyaretler, el öpmeler, yeni kıyafetler, erken kalkmalar küçüklüğümden beri beni boğan ve sıkan bayram durumlarıydı. Küçükken dedemlere giderdik, annemler ve teyzemler deli gibi bayram temizliği yaparlardı, "oraya basma, burayı elleme, siz arka odaya gidin", çok sıkılırdım; dedem sabahın köründe kaldırırdı, o namazdayken biz kuzenlerle gözlerimizi ovuştura ovuştura bayramlıklarımızı giyerdik, ben yine sıkılırdım, o yepyeni kıyafetlerin içinde kendimi rahatsız hissederdim, bayram sabahlarında pijamalarım üstümde ayaklarımı duvara dayayıp çizgifilm izlemek isterdim, öyle bir tiptim işte; kurban bayramlarında ise ek bir kabus olarak kavurma girerdi işin içine, allahımmm her yer kavurma kokar, ben kavurmadan yemeyince dedem bozulurdu, sonra büyüdüm şimdi kayınvalidemler kavurma yemediğim zaman bozuluyorlar, vejeteryan değilim hiç olmadım ama bir gün önce gördüğüm hayvanın taze kavurmasını yiyemiyorum, kokusundan bile midem bulanıyor işte, olayım o. Bayramlarda dedemlere falan gidemediysek, annemlerle eş dost gezerdik, birileri bize gelirdi, ailenin kız çocuğu olarak kolonya dök, şeker tut, kahve yap, tatlı koy hizmetinden çok sıkılırdım, bir de üstünde yeni kıyafetler.ııyk. Bir de kayınvalidemler bölümü var tabii, onlarda bayramlar bayram gibi yaşanır, ben çok sıkılırım. Çalışmaya başladıktan, dedemler başka dünyalara göçtükten sonra bayramlar tatilden ibaret oldu benim için. Hele bir de bayramın son günü Perşembe'ye denk gelirse, ne ala. Cuma nasıl olsa tatil olur, tatil olmasa bile izin alınır, bir şekilde 9 günlük bir tatile dönüşür. Bu sene bana 9 gün lütfedilince, anne baba, eş dost, kayınvalide kayınbaba, bayram mayram hiç sallamadan kendimize güzelinden bir tatil ayarladık. Kendimizden geçtim de, bizim kızı tatile götürememiştik, içime oturmuştu. Anneleri çalışmayan çoğunluk çocuklarını kreşlerden alıp evinde istiharate çektirirken bizimki yaz demedi her sabah kalktı kreşe gitti, kreş mesaisi.

Geçen seneki tatilimizde bol bol gezmiştik, insanın 3 yaşında bir kızı olunca ve buna rağmen yan gelip yatmak, dibine kadar dinlenmek istiyorsa bir tatilde ihtiyacı olan şey bütün ihtiyaçlarının birbirine yakın alanlarda, kolayca ulaşabilmesiymiş. Hem gezelim tozalım görelim modu hem de kız düzgün yesin, kız eğlensin, kız rahat etsin modu hepsi birada olmuyormuş. Biz bu sene gezelim tozalım görelimden biraz taviz verdik, hiç ama hiç hazetmediğim "herşey dahil, ye, iç, yat, eğlen, hemi de ultrasından" konseptli bir tatil ayarladık kendimize. "Güdümlü tatil" diyorum ben buna, "şimdi kalk", "şimdi ye", şimdi ister denize ister havuza gir", "şimdi eğlen", "şimdi bir daha ye", "şimdi de git yat" komutlarıyla dolu bir tatil biçimi. Bakış açına bağlı tabii, eğer dolu tarafından bakarsan, parasını baştan veriyor bir daha para harcamıyorsun, bu iyi; düşünmüyorsun, ne zaman eğleneceğini ne zaman yatacağını birileri söylüyor sen de buna uyum sağlıyorsun, bu iyi; sınırsız içiyorsun sürekli yiyorsun, bu da iyi. Peki nerede kaldık? Voyage Sorgun'da.

(Her sabah bu manzaraya uyanmak isterseniz...)
Peki Voyage Sorgun nasıl bir oteldi? Daha ilk girişte hayran olunabilecek bir oteldi, çünkü bu Sorgun mevkii, çam ormanlarıyla kaplı bir alan, sanıyorum bu denizle birleşen çam ormanlarında yaklaşık 4-5 otel konumlanmış durumda. Daha girişte bile çok güzel bir yeşillik karşılıyor misafirlerini. Binalar yüksek olmadığından uzun çam ağaçlarının arasında kalıyorlar, doyasıya bir yeşillik içinde yapıyorsunuz tatilinizi. Rezerasyonu yaparken bungalov mu ayarlasam denize bakan otel odası mı ayarlasam diye arada kalmış, sonra "amaan Mersin'de her gün denize bakıyoruz zaten" diyerek bungalov tercih etmiştim, hem de daha ucuzdu, iyi ki de öyle yapmışım. Zira bu otelde kalınacak en güzel yerler bungalovlar. Büyük havuzun patırtısından uzakta, insana yazlığındaymışsın hissi veren bungalovlarda kalınmalı. Yemekler tabii ki de güzeldi, her çeşit, istemediğin kadar. Her şey dahillerde beni rahatsız eden bir diğer konu da bu tabii, bunca yemeği daha sonra ne yapıyorlar? Hayır kurumlarına falan bağışlıyorlardır umarım, çöpe gitmiyordur bunca yemek. Yemek konusunda savrukluğun son noktası "herşey dahiller", bu konuda kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamıyorum. En azından biz ailece kişisel olarak dikkat ettik, yiyeceğimiz kadar almaya ve tabağımızda artık bırakmamaya, bu da kişisel avuntumuz.

"Herşey dahillerle" ilgili korkulu rüyam , animasyonlar. Daha çok turistleri güldürmeye yönelik, cıvık ve bayağı esprilerle donatılmış başarısız tiyatrocular beklerken o da ne, gayet profesyonel ve donanımlı bir animasyon ekibi var karşımızda. Eğlendirmeye çalışmaya odaklı değil de eğlendireceğinden emin bir ekip. Kesinlikle cıvık değil, kesinlikle bayağı değil. Havuz başında cıvık cuvuk eğlenceler yok. Animasyon ekibinin çocuklardan sorumlu kişileri son derece profesyonel, çocukları sıkmıyorlar. Otel dahilindeki mini klübe çocuğunuzun kaydını yaptırıp, gidip kendi başınıza takılabiliyorsunuz, anne baba için ne büyük bir lüks.

Ha, bir de sanırım çalışanlarını memnun ediyor Voyage. Zira yapmacıklıktan uzak bir güleryüz hakim çalışanlarda. İşimi seviyorum bakışını çalışan insan anlar ya, o şekilde, orada çalışmayı seven bir dolu insan, temizlik görevlisinden barmenine kadar, ilginç. O sıcağa, o koşturmaya rağmen tüm çalışanların kıyafetleri tertemiz, bir tane kolaltı terli adam yok, ilginç. Bir de orta yerde sigara içen personel yoktu.

Kısacası güzel bir oteldi. Ama "herşey dahile" ben sadece 3-4 gün dayanabiliyorum. Gezmek görmek istiyor insan. Gelirken "aman sakın sahil yolundan gitmeyin" uyarıları almış, inatla ve meraktan sahil yolundan gelmiştik. İne çıka, döne döne, bir tarafımızda deniz bir tarafımızda yeşillik, bir deniz seviyesinde bir denize 2000 metre yukarıdan bakarak. Hayran kalmıştık, Mersin kıyılarının bakirliğine. Sorgun'a gelirken bu yoldan, "dönüşte burada duralım", "şurada denize girelim" şeklinde duramadan gelmiştik, daha o yolu geri dönecek, ve ben bir sürü fotoğraf çekecektim. Hızla çıktık otelden...

Mersin-Antalya yolu birbirine sınırı olup da bu kadar uzun ve tehlikeli bir karayoluna sahip tek yoldur sanıyorum. Okul zamanlarında öğrendiğimiz "Akdeniz'de dağlar denize paralel olarak iner" öğretisini ben bu yolu alınca anladım. Mersin'den çıktığınız anda Alanya'ya kadar dağlar hop diye deniz iniyor. Dolayısıyla yolu da bu dağlara yapmak zorunda kalmışlar. Kalmışlar kalmasına da yolun bazı bölümlerinde bir tarafınız denizden 2000 mt yükseklikte uçurum iken yol kenarında bariyer bile yok, yol desene virajlarda otobüse veya kamyona denk gelirseniz durmanızı gerektirecek cinsten. Yine de çok keyifli, çok sessiz, ve çok ama çok mavi bir yol. 320 km boyunca deniz kenarından gittiğiniz, bir bakmışsın 2000 mt yükseklikte bir bakmışsın deniz seviyesinde bir yol. Gidilesi, görülesi bir yolGelelim iki şehir arasındaki kıyı farkına. Antalya kıyıları ne kadar fark edilmiş ve hatta boku çıkartılmış bir güzellikte ise, Mersin sınırları dahilindeki kıyılar bir o kadar keşfedilmemiş güzellikte. Kıyılar özel idarelerce tutulmamış, her bir turkuaz koyda gönül rahatlığıyla denize girebiliyor, seyre dalabiliyorsunuz, kimse para istemiyor. Şezlong kiralayabileceğiniz yerlerde bile miktar o kadar düşük ki şaka gibi. Mersin'im keşfedilmemiş tüm koyları ile bizi beklemiş sanki, o derece. Aydıncık, Boğsak, İncekum, Akçakıl, Yapraklı Koy, Kapızlı...ve daha nicesi. Yapraklı koy ki, benzerleri Kaş'da ve Bodrum'da var, paranız olmadan giremezsiniz. Yapraklı koy denize sıfır kıyı oturma yerleri kafelerce parsellenmesi yasak olan. Görmeniz lazım, o kadar saf ve temiz.


Deniz, kum ve güneş dışında koskaca bir tarihin yattığı kıyılar bunlar bu arada. Tüm kıyı şeridi boyunca bir çok antik şehir var, bunlarla ilgili daha ayrıntılı bir araştırma yaptıkta sonra yazmak sanırım daha iyi ve daha doğru olur. Mersin birçok dinin yaşandığı bir kıyı şeridi, daha çok turkuaza, denize odaklanmış bu tatilde tarihe pek ilgi göstermedim,itiraf edeyim. Ama,Alanya Kalesi ardından Silifke Kalesine gelince farkettim ki, Silifke korunmamışi tarihi eserlerin çoğu Kıbrıs'a kaçırılmış, bunlar duyduklarım. Fakat, şunu söyleyebilirim ki Mersin'de yatan tarih kaçırılmamalı. Yine söylemeliyim ki, Alanya kalesi ne kadar güzelse ve tanıtılmayı hakediyorsa birçok medeniyete kucak açmış, Göksu nehri etrafına kurulmuş Silifke ve tabii ki Anamur da tanıtılmayı hakediyor. Anamur ve Anemurium antik kentini gezemedim henüz. Yakında diyelim...
















Çok hızlı gezmek zorunda kaldım. Mersin'e dair kaynak o kadar az ki. Burada yaşayanlar ne güzel bir memlekette yaşadıklarının çoğunlukla farkında değil, bense sanki burada doğmalıymışım gibi hissediyorum. Garip..

Tatik tatil dedik...her tatil sonunda söylediğim üzere...güzel şeyler çabuk bitiyor...ama bu sefer farklı olmak üzere...tatil sonrası döndüğün şehir de maviyse, o kadar koymuyor be....

2 yorum:

mine dedi ki...

Birden oralar gözümde canlandı...
Aslında Ankaralılar iyi bilirler Mersin'i; zira neredeyse nüfusunun yarısının Tömük,Susanoğlu vs. gibi sahil ilçelerinde yazlıkları vardır. :)
Gerçi son senelerde doğu illerinden daha fazla tatilcileri ağırlamakta...

Mersin gerek doğasıyla (özellikle batı tarafı) ve arkeolojik bulgularıyla harika yerdir.
Bu arada bende bir doktor eşiyim ;)Tesadüfen buşdum bloğunuzu ama keyifle sayfalar arasında gezinti yapıyorum şuan.
Sevgiyle...

coraline dedi ki...

merhaba mine, hoşgeldin :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...