1 Ağustos 2010 Pazar

Son Şeyler Ülkesinde - Paul Auster

Son Şeyler Ülkesinde, Anna Blume adında 19 yaşındaki bir kızın, haber alınamayan gazeteci erkek kardeşini aramak için adını bilmediğimiz herşeyin sona yaklaştığı bir şehirde (ülkede) yaşadıklarını anlattığı bir distopik roman. İlk başlarda çok sıkıcı geldiğini itiraf etmeliyim, Anna öncelikle bu şehirde olan biten herşeyin kısa bir özetini geçerek başlar mektubuna (roman aslında Anna'nın arkadaşına yazdığı mektuptur). O kadar karanlık bir yaşantı betimleniyor ki acaip asap bozucu. Romana dair yorumların çoğunda bu şehrin New York olup olmadığı tartışılmış, bunlaı okuyunca farkettim ki ben de okurken hep New York gözümde canlanmış (burda bir not düşeyim, New York'a gidip gezmiş değilim ama işte filmlerde gördüğümüz kadaıyla diyelim), ya da işte Auster'ın New York la bütünleşmiş olmasından kaynaklanıyor da olabilir tabii. Açlık ve ölüm romanın ana temalarından. Üretimin hiçbir şekli artık olmadığı için ne yiyecek ne de giyecek bulabiliyor insanlar.Hırsızlık ve cinayet suç olmaktan çıkmış. O kadar eziyeti bir yaşam ki insanlar ölmek için can atıyor. Bireysel intiharların yanısıra, kendini öldürmek isteyenlerin bu işi toplu bir halde yapmak için kurdukları grup ve kulüpler var, dahası, bu kadar cesaretli olmayanlar için adam öldürme bir endüstriye dönüşmüş. Size çeşit çeşit ölüm paketleri (Harikalar Yolculuğu-Eğlence Gezisi gibi isimleri var) sunan Ötenazi Klinikleri, size birbirinden çeşitli ölüm şekli sunan Suikast Kulüpleri var. Bir de ölümün kol gezdiği bu şehirde yeni çocuk doğmuyor. Ve bu şehirden hiçbir şekilde çıkış yok. Bütün bunların içerdiği ironi karşısında insanın yüzünde bir tebessüm belirirken, bundan 10 sene önceki hayatımızın farklılıklarını düşünce, "neden olmasın" diyip üzülebiliyorsunuz. Bu şehirde yaşayanlar az biraz temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendilerine birer "alışveriş arabası" alıp onunla buluntu avcılığı yapıyorlar, yani orda burda işe yarar eşyalar bulmaya çalışıyorlar. Buradaki alışveriş arabası göndermesine de bayıldım ayrıca, neredeyse tüm alışveriş merkezlerinde ve marketlerde gördüğümüz hayatımızın bir parçası haline gelen alışveriş arabaları romanda o kadar kıymetli ve işe yarar ki, insanlar arabalarını kaybetmemek, çaldırmamak için çok uğraşıyorlar. Anna bu şehirde yaşamaya başlayınca uyum sağlamaya da başlıyor, Isabel ile tanışıyor, bir süre onunla yaşıyor, Isabel sayesinde bir sure kendini idare edebiliyor. Sonrasında sanatçıların bir arada kaldıkları bir kitaplığa sığınıyor, orada aşık oluyor, daha fazlasını anlatmayayım artık. İlk başta ısınamadığım bu romanı sonrasında beğendim. Diğer Auster romanları kadar beni çektiğini söyleyemem tabii. Anlatılan herşeyde böyle bir yarım kalmışlık duygusu uyandı bende, sanki daha uzun uzun, daha ayrıntılı anlatsa tadı damağımda kalacakmış gibi. Böyle kısa kısa, hızlı hızlı anlatılmış, özet gibi. Ama sonunu beğendim. Çevirisini Armağan İlkin yapmış, o da güzel. Filmini çekseler ya bunun diye düşünürken bir de baktım 2011 de vizyona girecekmiş.

Can Yayınları, 5. Basım Ağustos 2008, (1.Basım 1985), 182 sayfa

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...