18 Temmuz 2011 Pazartesi

Aşk tesadüfleri sever, bende severim, herkes sever...

Uzun süredir ne film ne de dizi seyrediyorum. Hatta hiç televizyon seyretmiyorum desem yeridir. Taşınma sonrası adaptasyon, yeni bir şehri keşif, küçücük bir su birikintisi görünce bile canı yüzme çeken bir ruhun havuzdan denize denizden havuza koşması beni uzak tuttu sinemadan televizyondan. Aylardır sinemada seyrettiğim tek film Vinnie The Pooh oldu. Yeni hayata nispeten alışınca, sadece bir haftalık tatildeymişçesine alelacele gezme tozma durumum, havuz, deniz ve güneşin artık birer yaşam parçam olduğunun ayırdına varır varmaz sona erince, ayaklarımı uzatıp yayılmayı, türlü türlü abur cubur tüketerek film seyretmeyi özlediğimi fark ettim. Tabii havanın balkon keyfi yapamayacak kadar nemli ve sıcak olmasının da etkisi yok değil bunda. Bu özlemi bir aksiyon filmiyle geçiştirseydim iyi olacaktı gece gece o ayrı. Etkilendim ama beğendim mi beğenmedim mi bilemiyorum, nefret etmedim ama hastası da olmadım.

Hadi neleri beğendim onu yazayım…

Okuduğum onca çocuk gelişimi kitabından az buz öğrendiklerimden yola çıkarsam Deniz ve Özgür’ün çocuklarında yaşadıklarının 30 lu yaşlarındaki yansımalarını başarılı buldum. Yıkıcı, öfkeli ve geçimsiz bir baba figürü ve ona tahammül eden nispeten ezik bir anne figürü ile Deniz’in güncel zamandaki halini uyumlu buldum açıkçası, ilgisiz aksi bir baba ile büyüyen genç kız kendi erkek seçimlerinde de başarısız ve mutsuz, ruhen kendisini ezen bir adamla birlikte. Sevgi dolu bir anne baba ile fakat kendini engelleyen bir hastalıkla büyümek zorunda kalan Özgür ne kadar sakin ve uysal. Bunun dışında, birçok Türk filminin aksine doktor ve hastane çekimleri gerçekçi, tabii buna dikkat etmememizdeki baş etkenin Özgür’ün Ankara’da muayeneye gittiği doktorunun kocanın hocası olmasıydı tabii. Sanıyorum filmlerde gerekiyor ise, doktorları doktorlara oynatmakta fayda var, zira nice Türk filminde abartılan doktor teşhisleriyle ve yalan yanlış tıbbi jargonla aldatıldık, değil mi?

Mehmet Günsür gerçeğini ise içimdeki lolita ruhu açığa çıkarmadan ve çığlık çığlığa çok da yavşayıp fazla abartmadan şöyle özetlemek isterim, kendisinde bir Johnny Depp dehası görüyor ama bunu değerlendiremediğini düşünüyorum. Artık menajeri mi beceriksiz, kendi seçimleri mi yetersiz bilmem, ama oyunculuğu, havası ve karizması, yakışıklılığı tadından yenmez, o derece. Bundan sonra başka bir aşk filminde daha oynayıp kendini aşk böcüğü rollerine kaptırmamasını, içindeki Johnny Depp’i azad etmesini ve saçma sapan şampuan reklamlarında saçlarını savurmamasını dilerim.

Kadro iyiydi kısacası, oyunculuk açısından başarılıydı. Rolü üzerinde eğreti durup da beni rahatsız eden bir karakter çarpmadı gözüme.

Beğenmediklerimi yazacak olursam….

Deniz ve Özgür 1977 doğumluydu, ben de 1976 doğumluyum. 17 yaşımdan 35 yaşıma kadar Ankara’da yaşadım; dolayısıyla, bu iki gencin Ankara’yı yaşadıkları zaman diliminde bende aynı yaştaydım ve aynı sokaklarda, parklarda, barlarda gezdim. Bu yüzden şunlar gözüme battı, Özgür, 312 isimli bir barda grubuyla çıkıyordu, 312 daha birkaç sene önce açıldı, o yaşlarımızda, sene 1995 civarı, rock grupları ya Manhattan’da ya da Gölge Bar da sahneye çıkardı. Gölge bar kapandığından olsa gerek o sahneleri 312 de çekmişler, Ankara’yı bilmeyenler için ok de, hızlı gençlik dönemini Ankara’da yaşayan kişiler için göze batan bir detay olduğunu sanıyorum. Keşke Gölge’nin bir kopyasını sahne olarak yaratsalarmış, ya da direkt gidip Manhattan’da çekselermiş diyeceğim ama Manhattan’da eski rock bar formatından sıyrılıp clubber tarzıyla yeniden dizayn edildiğinden eski Manhattan’ı yaratmak zor olurdu. Demem o ki, “ahhh Ankara, ahh gençliğimiz” dedirtebilecek sahneleri de böylece baltalamış olmuşlar. Ankara’yı anlatıyorsan, sadece Hitit Güneşi’ni yerine yerleştirmek olmamalı meselen, ki Ankara rock barlarında hiçbir şehirde yokken canlı müzik vardı, ve oralardan çıkıp Istanbul’a kopup giden nice müzisyen yetiştirmiştir bu barlar.

Deniz Özgür’le dükkanda birlikte olduktan sonra sevgilisiyle ilişkisini bitirme konuşması da beni uyuz eden sahnelerden biri. Burak “yattınız mı ha yattınız mı” diye erkek erkek sorunca, kaypaklığın hat safhada olduğu bir entel imaja bürünerek “bunu mu soruyorsun ha bunu mu, aşığım ben aşık” modunda adamı da aşağılayarak çekip gitmesini hiç sevmedim. Madem bir halt ediyorsun, arkasında dur, ne biliyim madem entel bir karizma peşindesin “yok yatmadık ama, seviştik” de adam yıkılsın bitsin orada.

Bunun dışında sadece aşk değil ki tesadüfleri seven, hayatım boyu ne acaip tesadüflerle dengemin bozulduğunu bilirim.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Filmden çıktıktan sonra demiştim ki "bana böyle aşk dolu bakan birini istiyorum"... Oyunculuklar açısından dediğin gibi çok büyük bir kısmı iyiydi ama Mehmet Günsur'un oyunculuğuna hayran kaldım.

sevgilisiyle ilişkisini bitirme sahnesine ben de biraz hayal kırıklığına uğramıştım ama sonra düşününce şu sonuca vardım: kız sevgilisini aldattı sonuçta ve onun yanından kalkıp ilişkisini bitirmeye geldi. sevgilisi ona öyle bir soru yöneltince paniğe kapılması, saçmalaması, karşısındaki insanın eksiklerini hatalarını saymaya başlaması doğal. Çünkü mantıklı düşünüp açıklama yapabilecek durumda değildi diye düşündüm.

Adsız dedi ki...

Bir de, filmi izlediğimde şarkılarla çok güzel yedirilmiş olsa da tesadüflerin çok abartılmış olduğunu düşünmüştüm... Birkaç ay içinde öyle şeyler yaşadım ki tesadüflerin hayatımızın temeli olduğunu, filmde az bile yaptıklarını düşünüyorum...

sevgiler...

coraline dedi ki...

mrb,evet ya çok güzel bakıyordu ama, bir de böyle kırılgan felan:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...